Sol gösterip sağ vurdular

A -
A +

Yıllar evvel gariban bir aday, kırık dökük Reno’suyla aylarca dolanmıştı semtin sokaklarında, herkes “yazık” demişti “ümitsiz vaka.”
Sonra? Seçilemedi tabii, zayi oldu onca emek, onca para…
Siyaset kolay iş değil, bir kere naktin ve vaktin olacak. Cenazeleri, asker uğurlamalarını hatta mahalle maçlarını kaçırmayacak, nikâhlarda, sünnetlerde altın takacaksın ona buna. Vekil oldun diyelim. Hastası, sakatı, yaşlısı kapını çalar, aş isteyen, iş isteyen. Çaya çorbaya verdiğin para maaşını aşar.
Parti kurarsan külli yanmışsın, kadro yetiştirecek, kentte köyde örgütlenecek ve halkı ikna edeceksin nasıl olacaksa.
Ama ihtilal öyle mi ya? Devletin tankı topu elinin altında. “Alın şunu” dersin alırlar, “götürün” dersin kapatırlar mahpusa.
Sana da bildiri okumak kalır radyoda. Zevkli olmalı ki on yılda bir deniyorlar.

27 MAYIS BOŞUNA MI
1969 seçimlerinde Adalet Partisi aldığı %46,5 oyla 256 milletvekili kazanır ve Demirel, hükûmeti kurar.
Vay biz 60 ihtilalini boşuna mı yaptık? Bunlar niye kazanıyor hâlâ?
Ortalık zaten karışıktır, bir de Madanoğlu çıkar başımıza. 27 Mayıs’ı bile hafif bulur, tek partiye dönmeyi arzular. 9 Mart’ta hükûmetin biletini kesecek, kafa koparacaklardır o furyada. Sen tut git, gir aralarına, koş yetiştir Türün Paşa’ya. Bakın hele şu Mahir Kaynak’ın yaptıklarına.
Cunta deşifre olunca Kara Kuv. K. Faruk Gürler ve Hv. Kuv. K. Muhsin Batur dava arkadaşlarını satar, gider Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç’a katılırlar.
Darbeci siyasetçiden hoşlanmaz, öbür darbeciden hiiç hoşlanmaz. Aralarında E. Korg. Cemal Madanoğlu ve E. Tümg. Celil Gürkan’ın bulunduğu yüzlerce subayı apar topar TSK’dan atarlar.
Eğer 9 Mart ekibi başarılı olsa o gün “Millî Demokratik Devrim” manifestosu koyulacaktır tatbikata. Devlet Başkanlığına önce F. Gürler getirilecek, bilahare yerini Mihri Belli’ye devredecektir. M. Batur ise Başbakan.
Bütün partiler kapatılacaktır. Siyaset mi yapmak istiyorsun? Buyur Devrim Partisinin saflarına (tek parti, bir nevi BAAS).

MÜCADELEYİ BIRAKIRSAN
TSK içinde ulusalcı kemalistler ekseriyettedir. Solcu kemalistleri tasfiye edip, hükûmete muhtıra verirler (12 Mart). Bildiri 13.00 haberlerinde okunur halka. “...Türk milletinin ve sinesinden çıkan Silahlı Kuvvetleri’nin bu vahim ortam hakkında duyduğu üzüntü ve ümitsizliğini giderecek çarelerin, partiler üstü bir anlayışla meclislerimizce değerlendirilerek mevcut anarşik durumu giderecek anayasanın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılap kanunlarını uygulayacak kuvvetli ve inandırıcı bir hükûmetin demokratik kurallar içinde teşkili zaruri görülmektedir.”
Bu nasıl bir cümle? Tam 50 kelime. Hangi ifade özürlü almışsa kaleme?
Seyir hidrografi ve oşinografi dairesinden... İnan daha heyecan verici. Çetin Çeki n’apsın, fona Hasan Mutlucan koysan kurtarmaz.
Tamam ihtilale karşıyız ama onun da bir raconu var. Nerede altmışın tok sesli albayı, nerede bunlar?
Neyse muhtıra mecliste okunur, AP’liler suspus. CHP saflarında çılgın alkışlar. Bir tek Senato Başkanı Tekin Arıburun yiğitçe çıkar, tavrını koyar.
Demirel ne yazık ki dik duramaz, istifa edip meydanı bırakır hasımlarına. Cumhurbaşkanı C. Sunay da ağırlığını kullanamaz, emir eri gibi davranır, yakışık almaz.
Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil, İsmail Cem’e “CIA altımızı oydu” demekle ne kastetti bilmiyoruz ama haşhaş ekimi hususunda hükûmete söz geçiremeyen Washington dilediğini alır sonunda.  
O günlerde SSCB de üzerimize oynamaktadır, ki hayli adamı vardır değişik noktalarda.
İşçi Partisi Lideri M. A. Aybar direkt Sosyalist devrimden yanadır, Mihri Belli ise önce Millî Demokratik Devrimden yana. Kızıl ihtilal SSCB’deki gibi iki kademeli olmalıdır. Hadi bu darbeyi ilki sayalım, “proleter devrim” daha sonra.
Haa AP iktidarı faşist diktatörlük olduğuna göre, yıkılmasında mahsur yoktur. Bunda mutabıktırlar.  
MBK’nin sol açığı Mucip Ataklı ise askerin vazifesini yerine getirdiğini savunur “gayet hukuki bir ihtilal!”
Muammer Aksoy, Nadir Nadi, Mümtaz Soysal, Ferruh Bozbeyli muhtıranın yanındadırlar. “Beklenmekteydi ve oldu. Ne var yani bunda?”
Sol Kemalistler ortak bildiri ile desteklerini sunar. DİSK ve Dev-Genç memnuniyetle karşılar. Cumhuriyet gazetesi “koşulsuz” yanlarında.
Tağmaç, parlamentoyu dağıtmaz, anayasayı askıya almaz. Zira Yunanistan’daki Albaylar Cuntası önlerindedir, gırtlağına kadar batmıştırlar.
“Meclis içinden bir CHP’li istifa etsin, hükûmeti kursun” buyrulur “teknokratlar ekseriyette olsun ama AP’liler de bulunsun aralarında!”
Ve devlet kuşu Nihat Erim’in başına konar.
İyi de işleri toparlayamaz. Anarşi alır başını gider, para pul olur, hayat pahalı, gelen gideni aratmakta.  
Bu arada Millî Nizam Partisi kapatılır, Erbakan da İsviçre’ye çekilir, selamet der kenarest, n’olur, n’olmaz.
İş bilen CHP’liler “siz ne yaptınız” derler, Adalet Partisi güçlenecek bu defa. Birileri bizzat ayağına gidip görüşür ve yeni bir parti için önünü açarlar. Bakın şu işe ki Adalet Partisi küçülecek, Millî Selamet büyüyerek devam edecektir yoluna.
Aşırı sol, darbeden çok şey bekler, gelgelelim İşçi Partisi kapatılınca şok olurlar. Bu yolun devrime filan gideceği yoktur, başlarının çaresine mi baksalardır acaba?

Sol gösterip  sağ vurdular

ÖZGÜRLÜK BOL GELMİŞ!
Erim’e göre “özgürlükler bol gelmiştir.” Gerekirse üzerine şal örtmeli, balyoz gibi inmelidir kafalarına.
Cunta, düğün, okul aile birliği ve lig maçları hariç her türlü toplantıyı yasaklar. Üç üyesinden biri asker olan DGM’ler kurulur, İstiklal mahkemeleri gibi çalışmaya başlar.
Dev-genç ve THKO ise silahlı direnişi yayar. Örgüt, banka soyar, jandarma vurur, sefirlere saldırır, adam kaçırır, fidye alır ve bomba patlatır sağda solda. Erdal İnönü’nün rektör olduğu yıllarda ODTÜ karargâha dönmüştür, sıkıştıkça saklanırlar. Sendikalar militan yuvasıdır, fabrikalar çalışmıyormuş kimin umurunda?
Ama Devletle baş etmek mümkün müdür? Deniz Gezmiş, H. İnan ve Y. Aslan yakalanıp mahkemeye çıkarılır, karar idam.
Mahir Çayan ve arkadaşları NATO üssünden kaçırdıkları İngiliz ve Kanadalı teknisyenlerle Tokat’ın Kızıldere köyünde kuşatılırlar. Çıkan çatışmada Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ö. Ayna, E. Saruhan, S. Özüdoğru, H. Arıkan, S. Alp, S. Kurt, N. Yılmaz, A. Atasoy vurulur bir tek Ertuğrul Kürkçü kurtulur aralarından.
Solcu yazarlar Ziverbey’e çağrılır, ter dökerler Faik Paşa karşısında.

Bir sonraki darbede buluşmak üzere!
Kabine hâliyle yıpranır, haydi bir Nihat Erim hükûmeti daha. Olmadı Ferit Melen verelim, tutmadı Naim Talu geçsin başa.
CHP’de Robert Kolejli bir gazeteci, namlı mimli İsmet Paşa’yı devirip oturur koltuğa. Yüzü halka dönüktür, İttihat Terakki bakiyeleri gibi konuşmaz. Ekim 73 seçiminden 185 mebusla 1. parti olarak çıkar. Ve o Ecevit, Millî Selamet Partisi ile koalisyon yapar.
Her iki parti de yara alır, ne solcular Erbakan’la birlikteliğe hoş bakar, ne de sağcılar anarşistlerin affına.
Kaos yine kapıda. Vazife CHP’li Sadi Irmak’a verilir bu defa. Kurduğu hükûmet 450 mebustan sadece 18 evet alabilir. Devir kapanmıştır görünüşe bakılırsa.
71 muhtırası 60 ihtilalinin devamıdır, şimdi on yıl sonrasına hazırlanmalıdırlar. 12 Eylül’ün ayak sesleri mi? Evet gelmektedir duyana.
Yok bu siyasiler yönetmeyi beceremiyorlar!
İyi de örfi idare komutanı sizdiniz paşam, bir günde ne değişti de başladınız çalışmaya?
O günlerde böyle bir soru sorulamaz tabii. Dumanını attırırlar.  
Hasılı darbeler generalleri güç sarhoşu yapar, bildiklerine bilmediklerine karışır, iktidarları hizaya sokarlar. Hesap vermek gibi bir alışkanlıkları yoktur, askerî ihalelerdeki şaibeler örtülür, kimse çomak sokamaz tezgâhlarına.
Diyelim trafik polisi, sivil subaya ehliyet sordu, “sen benim kim olduğumu biliyor musun” der basar gaza.
Taa ki...
Amaaan. Gerisini biliyorsunuz nasıl olsa.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.