Denizin hamalı Mavna

A -
A +

Mavna Arabi bir kelime, mâûne “erzak nakline mahsus” manasında...    İstanbul’da telaffuz edildi mi güvertesiz tekne anlaşılır. İskeleye yanaşamayan buharlılar şamandıraya bağlanırlar, mavnalar gelip gider mal taşırlar onlara. Kimileri yelken marifetiyle, kimileri kürek tahriki ile yol alırlar. Bilahare mekanize olurlar. Tabii makine daireleri filan yoktur, kamyondan çıkma bir motor bulur, bağlarlar uskura. Kendilerine has boğuk bir sesleri vardır, egzoz su kesimine yakındır, dalga geldikçe pırpırlanır, patpatlanırlar.
Onları daha ziyade sebzehaneye (hale) zerzevat getirirken görürsünüz, sırtında dağ gibi kasa...
Kâh tersaneye safra (kum çakıl) taşırlar, kâh Hatabkapusu’na odun, kömür, çıra.
Hasköy’den tuğla kireç alır, Sütlüce’ye koyun, dana bırakırlar.
İzmir Gümrükönü’nden üzüm, incir, pamuk, tütün yüklenirler, Karadeniz’den fındık, mısır, çay.

HAYATLARI SUDA
Mavnacı esnafı takriben dört bin civarındadır. Umumiyetle Karadenizli olup İnebolu, Abana, Küre, Alaplı, Trabzon’dan gelir, Yağkapanı, Unkapanı, Hatapkapu, Sebzehane, Eminönü, Kuruçeşme, Hasköy ve Üsküdar İskelelerinde hemşehrilerini bulurlar
İskeleleri mekân tutar, vaziyet ederler etrafa. Hırsızı uğursuzu derdest edip karakola götürür, bilumum asayiş işlerine el atarlar. Bir bakarsın cankurtaran olmuşlar, bir bakarsın çöp topluyorlar. Yangın vukuunda tulumbaları omuzlar, meccanen (bilabedel) koştururlar.
Donanma sefere çıktığında ardına takılır, sevkiyata destek olurlar. İyi kötü silahlıdırlar, hamal gibi taşır, levent gibi vuruşurlar.
Sükûnet zamanları şehreminine tabidirler, harp yıllarında bahriye nazırına.

ZOR YILLAR
Rodos’ta, Kırım’da, Çanakkale’de vazife alır, zaferi de, kederi de yaşarlar.
Mavnalar denizaltı ve tayyareler için kolay hedeftir, bunu bildikleri için gece çıkarlar yola. Türk Yunan savaşında İstanbul’u Anadolu’ya taşırlar âdeta. Hani “İstiklal Harbi mavnacılar sayesinde kazanıldı” deseniz yalan olmaz.
Peki niçin İnebolu?
Ekseri oralıdırlar da ondan, insan nerede rahat çalışır?
Bildiği sularda.
Ah o sahillerin dili olsa da...
Mavnacılar “lonca usulüyle” teşkilatlanırlar, bir bakmışsın dünkü aylakçı kopil, reis olmuş tayfanın başına.
Mühim bir müessesedir, başlarındaki kethüda itibar görür devlet kapısında. Diyelim bir karar alındı, bakalım salapuryacı esnafı ne diyecek bu hususta?
İttihat Terakki hükûmeti “Dersa’âdet Sevâhil-i Mütecâvirede icrâ-yı nakliyât eden mavnacılar hakkında” adlı bir nizamname yayınlar (1910), garipleri hizaya sokar güya.
Zikrolunan layihada fiyatlar belirtilir, Beşiktaş, Üsküdar Paşalimanı, Kadıköy ve Kumkapı iskelelerine kasir (makul) ücret alınmalı, Ortaköy, Kuzguncuk, Yenikapı ve ötesi sefer-i baidden (uzak) sayılmalıdır bundan sonra.
İş nöbet sırası ile verilir, hava muhalefetinden dolayı tehir olursa ilave ücret alınmaz.
Henüz yollar asfalt şose değildir, şimendifer de yayılmamıştır daha. Nakliye ekseri teknelerin omuzunda.
Mütareke yıllarında imtiyaz yabancılara bahşedilir. Bilhassa Rumlar kayrılır, küplerini doldururlar. Romanya’dan getirdiği teknelerle anafor yapan Evyenidis bunlardan biridir mesela.
Sarfati, Bolar ve Modyano firmaları ise Selânik Yahudilerine aittir, adamına göre oynar, bir fes giyerler, bir şapka.
Alyon ve Mevleho şirketleri Fransız gölgesine sığınır, yerlilere kan kustururlar. Şımarık ve saldırgandırlar, aşikâre Yunan’a çalışırlar...
Cumhuriyetli yıllar sıkıntılıdır, gelir düşer, masraf artar.
Ve beklenen kanun çıkar. “Türkiye sahillerinin bir yerinden emtia ve yolcu almak, bilumum kara sularına seyrüsefer (trafik) düzenlemek Türk sancağını hamil sefain ve merakibe münhasırdır.” Ki kabotaj hakkı denir buna.

VERGİLER BEL BÜKER
Gelgelelim devletin eli cebinizdedir, öksürsen vergi yazar. Yok temeddü, yok müruriye, aylık haftalık rüsumlar. Fener vergisi, karantina, sigorta, tahsildar savma…
Hava açar “Ver para”, kapar “Hadi bir daha.”
Çımacıya, serdümene, caraskalcıya da harçlık gerek, adamlar taş yemiyorlar ya.
Zift ve üstüpü ucuz değildir, raspa kalafat usta ister ayrıca. Yelkenler halatlar yıpranır ama yerine yenisini koyamazlar. Düğüm ardına düğüm, yama üstüne yama.
Bakımsız teknelerin şirazesi kaymıştır, batanlar, yan yatanlar, su alanlar...
Hasılı düzen intizam sağlanamaz, rüşvet iltimas can sıkar. Misal ihraç edilecek tütün balyalarına gemiye koymak Hamburg’a yollamaktan pahalıya çıkar.
GREV HA!
1927 yılında Reisicumhur emri ile bir şirket kurulur. Bir yere bağlanmak istemeyen üç bin mavnacı grev yapar. Polis çok sert müdahale eder, kanlı bir çatışma kopar, kardeş kardeşe vurur, ölüler yaralılar...
320 mavnacı tutuklanır bunlardan 33’ü İstiklal Mahkemesine sevk edilir ki, bilirsiniz bu amcalar çatır çatır kalem kırarlar.
Denizcilerimiz bırakın dünyaya açılmayı, mevcudu koruyamaz, keseden yer, çaresiz kalırlar.
Hasılı ekmek tekneleri birer ikişer kızağa çekilir, baltacılara düşer sonunda. Güzelim mavnalar kırılıp kıymık olur mahrukatçı avlularında.
Üç günlük Yunan Devleti Onossis ve Niarchos gibi armatörleri çıkarırken, biz amatör kalırız sahada.
Adını duymadığımız Panama “bandra rekoru” kırar, ay yıldızımız görünmez olur yabancı sularda.   
Ossun, biz de Kabataş’ta kabotaj bayramı kutlarız… Ses veriyorum çocuklar: Korkmaaaa.
Mavnacılar bilahare esnaf derneği adı altında teşkilatlanır. Menderesli yıllarda hudutlu mesul (sınırlı sorumlu) bir kooperatif kurarlar.
Limanlar gemilerin yanaşmasına müsait hâle gelince, hele hele Boğaz Köprüsü yapılınca onlara ihtiyaç kalmaz. 29 Mayıs 1453’ten beri yük çeken çilekeşler 2005 Bakanlar Kurulu kararı ile tası tarağı toplar...

TAKALAR ALLI YEŞİLLİ
Mavnalar tombul çizgileri olan sevimli teknelerdir. Umumiyetle yaşlıdırlar, kazıdıkça zift ve eski boyalar çıkar altından. Bin defa ıslanıp kurur, yer yer çürüyüp oyulurlar. Küflü ambarlarında fareler cirit atar. Elinizi sürersiniz kabarık kabarıktır, yılların derdi tasası sinmiştir dokusuna.
Mavna boyacıları çarpıcı renkler bulur, üste bir şerit çeker, motifler sıkıştırırlar araya. Kaptan köşküne mutlaka bir bayrak çizerler, çok da yakışır kupaya.
Denizcilik kazası bol meslektir, vinç zamansız inerse yük altındakileri böcek gibi ezer Allah muhafaza. Onun için serdümen “vira” demedikçe makaralar sarılmaz. “Mayna” duyulmadıkça zincir salınmaz.
Haliç ağzını, takasız mavnasız düşünemezsiniz, manzara noksan kalır yoksa. Yüzlerce tekne üşümüş gibi birbirine sokulur, bir römorkör gelir, üçünü beşini bağlar, lokomotif gibi takar ardına.
Tayfalar umumiyetle teknelerde yatar, yorgun vücudlarını katranlı halatlara bırakırlar. Karaya çıkmak için birinden öbürüne atlar, kendilerince bir yol bulurlar.
O yıllarda Haliç fıkır fıkır kefal kaynamaktadır, bırakın ağı, oltayı, kepçeyi sallayan tavasını doldurur kolayca.
Mutfak olarak ayrılan yer daracıktır, lumbuzu, manikası yoktur, içerisi kör duman. Çaylarını orada demler, çamaşırlarını orada yıkarlar. Tütünlerini orada sarar, kahvelerini orada sürerler mangala.
Gemi yangınları felaket olur, kalın boyalar maytap gibi parlar, yelkenler tutuşursa yandakilere de sıçrar. O yüzden kovalar çımalar hazır durur kenarda.
Çoğu tahsilsizdir ama havayı ve rüzgârı iyi okurlar. Yük istifi ayrı sanattır, teknenin dengesi bozulmamalıdır asla.
“Ah be, ne fotoğraflar çekilirmiş” dediğinizi duyar gibiyim ama elinizde çakaralmaz Lupitel bile yoktur daha. Bir gün bunların kıymetleneceğini düşünemezsiniz ayrıca...

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.