Edirne'yi savunan matematikçi Mehmed Şükrü Paşa

A -
A +

Edirne I. Murat devrinde Lala Şahin Paşa tarafından fethedilene dek Rumlar ile Bulgarlar arasında el değiştiren bir kasabadır. 92 yıl boyunca Osmanlı’ya başkentlik yapınca “şehir” olur. Sofya ile Belgrad’ın 10 bin nüfusu olduğu yıllarda 350 bindir. İstanbul, Paris ve Londra’nın ardından 4. büyüktür Avrupa’da.
Osmanlı’nın güçten düştüğü yıllarda 2 defa Rus, 1 defa Bulgar ve 1 defa da Yunan işgaline uğrar.
Ne acılar, ne acılar…
İşte bugün onlardan birine yer vereceğiz sayfamızda...
Mehmed Şükrü, Kolağası Mustafa Beyin çocuğu olup Erzurum’da doğar (1857). Bir evin bir oğludur ve babası gibi subay olmayı arzular. Nitekim Erzincan Askerî İdadisinde tahsile başlar.
Bu arada babası vefat eder, annesine eşraftan biri talip olunca, küser, darılır. Dadaşımız alır başını gider İstanbul’a. Sütlüce Topçu Okulu’nu bitirir ve çakı gibi bir teğmen olarak çıkar kıtaya.
Riyaziyeye karşı büyük bir istidadı vardır, Harbiye’deki hocaları hayrandır ona. Nitekim Serasker Saib Paşa’nın tensip ve delâleti ile ikmal-i tahsil için Almanya’ya gönderilir.
Dört sene Prusya’da Avrupa’nın en seçkin subayları arasında kalır, Almanca, İngilizce ve Fransızcayı ana lisanı gibi konuşmaya başlar. Matematik dehasını orada da gösterir, topçuluk sanatına çok şey katar.
İstanbul’a dönünce hem genç subayları yetiştirir (bilhassa balistik hususunda), hem de Darüşşafaka’da ders verir çocuklara. Ki ünlü riyaziyecimiz Salih Zeki onun talebesidir meselâ.
Derken “ümera” sınıfına yükselir ve Manastırlı Nuri Paşa’nın kızı Zafer Rabia Hanım ile evlenir. Bu izdivaçtan Sabiha, Kerim, Mediha, Saime, Hayrünnisa, Feride, İhsan, Şereffünnisa, Osman adında dokuz çocuğu olur, beş evladını çocuk yaşta kaybeder acılarını yaşar.

Edirne'yi savunan matematikçi Mehmed Şükrü Paşa
DİSİPLİN ŞART

Disiplinli bir askerdir, gittiği kışlalara tertip düzen gelir bir anda. Paşa olduğunda 36 yaşındadır daha.
O günlerde “maalesef” subaylar siyasetle uğraşırlar, politika sokarlar kışlaya. Şükrü Paşa işine bakar, devlete, millete, padişaha sadıktır ve bundan şeref duyar.
Evet, o da meşrutiyet yanlısıdır nitekim o ekip tarafından getirilir İstanbul’a. Redif Müfettişliği, Çanakkale Boğaz Muhafızlığı gibi mühim vazifeler tevdi edilir şahsına. Balkan Harbi’nin zuhuru ile Edirne Müstahkem Mevkii Komutanlığı’na...
İyi de savaş zaten başlamış, tetiklere çoktaaan basılmıştır. Bir komutan hangi tedbiri alabilir bu saatten sonra.
Şükrü Paşa diğerleri gibi nazlanmaz, başüstüne der mevziye koşar, kaybedilecek dakika yoktur zira.
Ateş gücü, asker sayısı, cephane ve gıda stoklarına bakılırsa durum vahimdir. Zaten ondan sadece bir ay dayanması istenir. Hesaplara göre o süre yetecektir Enver Paşa’ya.
Bu arada takviye yapılacak, malzeme gönderilecektir güya. Müsterih olabilir bu konuda. Ancak tek bir mermi ve bir avuç buğday bile gelmez, üstelik kuşatılmış bir kentin insanları da eline bakar.
Tecrübesiz darbecilerin kırık dökük işleri işte.
Kaldın mı derdinle baş başa?

GAFLET İHANET
 Yetmez gibi bir de nifakçılarla uğraşır ayrıca.
Edirne muhasara edilmeden evvel eski Dâhiliye Nazırı Talat Bey, gönüllü nefer gibi yazılıp şehre gelmiş, beyefendiye bir paşa konağı tahsis edilmiştir. Askerler arasında dolanır ve onları ifsad eder. Sen Edirneli değilsin ki. Git kendi şehrini koru, ne işin var buralarda?
Hâlbuki düşman adım adım ilerlemektedir, çatışma kapıda. Şükrü Paşa Talat’ı ayağına çağırtır ve “Bak oğlum” diye hitap eder, “menfi propaganda yapıyor fitne fesat çıkarıyorsun. Sana bir dakika bile tahammül edemem. Ya Edirne’yi terk eder gidersin, ya da dizdiririm kurşuna!
Telaşla pılısını pırtısını toplar ve ilk trenle döner İstanbul’a.
Peki, Talat Paşa böyle bir şeyi niye yapar? Ordu yenilsin ki, Kamil Paşa kabinesi düşsün. Hükûmet sükût ederse belki fırsat onlara...  
Siyaset o kadar içlerine işlemiştir ki vatan millet gözlerine görünmez. Babıaliyi basıp Genelkurmay Başkanının kafasına sıkanlar, Edirne’yi ne kadar umursar?

DİK DUR EĞİLME!
 Aslında ordumuz güçlüdür, Sırp’a Bulgar’a pabuç bırakacak kadar düşmemiştir daha. Hatta Avrupalılar bir karar çıkarır, Balkan harbi neticesinde sınırlar aynı kalacak diye deklarasyon yayınlarlar. Hesaplarına göre Osmanlı kazanacaktır zira.
Gelgelelim Doğu ordusu hiç tutunamaz, böyle subaylar yüzünden bozulur dağılır, batı ordusu da Kumonova’da yenilir Sırp Karadağ ittifakına.
Adamlar o heyecanla gelir (az değil 100 bin kişi) Bulgar ordusuna katılırlar. Düşman bir iken iki olur, bu şartlarda gıdasız silahsız bir şehri savunmanın zorluğu ortada.
Hamur artsın diye una katılan süpürge tohumu besleyici değildir, arıza çıkarır bağırsaklarda. Hayvan beslemek ne mümkün? Arpa bulsalar kendilerine ayırırlar. Leşleri (itlaf edilen beygirleri) yemek zorunda kalırlar.
Bulgarlar su şebekesini tahrip edince, insanlar nehir suyu içmeye başlar. Haydi kolera, dizanteri başlamasın mı? Tifo ve veba beklemektedir sırada.
Şükrü Paşa mahrumiyeti belli etmez hep güçlüyüz kanaati uyandırır, zaman zaman açık bulduğu noktalara baskınlar yapar, huzur bırakmaz düşmanda.
Halk ona inanır, dese ki “Bulgarı külliyen imha edip, Sofya’ya yürüyeceğiz” tereddüt etmezler asla.
Askerlerini topladığı bir gün “Eğer” der, “düşman savunduğumuz hatları geçtikten sonra ölürsem, beni mezara koymayın, etimi kuşlar ve itler çeke çeke yesinler. Fakat savunma hattımız bozulmadan şehit olursam, kefenim, lifim ve sabunum çantamdadır. Beni bu yere gömeceksiniz ve gelecek nesiller üzerime abide dikecekler!”
Karınları aç da olsa çocuklarımızın morali yerine gelir, böyle bir komutanla kim savaşmaz omuz omuza.

AYNI PLEVNE GİBİ
Şükrü Paşa Bulgar hücumlarını bertaraf etmekle kalmaz, onları aldatıcı taarruzlarla oyalar. Bu arada Bulgarlar uçaklarla bildiri atarlar “Kırklareli, Lüleburgaz, Kumanova, Dimetoka, Üsküp, Priştine düştü. İstanbul sallanıyor, etrafınızda bin top var, siz neyin direnişini yapıyorsunuz hâlâ?”
Şükrü Paşa inanmayın der bu yalanlara. Benim elimdeki toplar onlardan fazla. Yaklaşamazlar yanımıza.
Ancak işgalciler Selimiye Camii gibi ecdat şaheserlerini dövmeye başlayınca işin rengi değişir. Tamam, belki biraz daha direnebilirler ama Edirne diye bir şey kalmayacaktır ortada.
Uykusuz gecelerin ardından zor bir karar alır, o gün son fişeğe kadar düşmana sıktırır, çizme, kaput, dürbün gibi malzemeleri yaktırır. Köprüleri de yıktırır ve ağlaya ağlaya beyaz bayrağı çektirir, direnişe nokta koyar.
Bulgar komutanı General İvanof kılıcını alır ve esaret başlar. Ertesi gün Bulgar Çarı Ferdinand Edirne’ye gelir. Kılıcını askerî merasimle iade eder Şükrü Paşa’ya. Le Petit Journal dergisi bunu birinci sayfadan duyurur okuyucularına.
Edirne müdafaası Avrupa’da günün muvzuu olmuştur, gazetelerde Şükrü Paşa hakkında övücü yazılar çıkar. Almanlar adına Dresten’de anıt diker, Fransızlar ise murassa bir kılıç ile binlerce imza ile bezenmiş “Altın Kitap” takdim ederler ona.

ETMESİN VATANIMDAN CÜDA...
Bulgar Çarı, Paşamızı Sofya’da ağırlar, matematik çalışabileceği imkânlar sağlar. Rahat bir mekân gösterir, emrine şoförlü bir araba tahsis eder hatta.
Şükrü Paşa kendini riyaziyeye verir. Bilahare kitap hâline getirilen notları Sofya Asker Müzesi’nde sergilenmektedir hâlâ.
Aaa ne kadar alicenaplar dediğinizi duyar gibiyim, lâkin Edirne’de esir ettiği 30 bin Türk askerini bugün Kırkpınar güreşlerinin yapıldığı alanda aç susuz bırakırlar. Ne bir koğuş, ne bir banyo helâ. Bırakın ölsünler diye çöpteki küflü ekmekleri atarlar onlara. Bir zaman sonra onu da bulamaz, ağaç kabuklarını kemirerek hayatta kalmaya çalışırlar. Gencecik fidanlar kolera ve dizanteriden kırılacaktırlar.
Sarayiçi büyük bir şehitliktir aslında.
Bulgarlar minarelere çıkıp gaydayla oynar, müezzin taklidi yaparak halkın kanına bıçak çalarlar. Karakol komutanı şikâyetleri dinler ama adamlarını ikaz etmez asla.  
Tarihî eserler yağma edilir. İşgal ordusu Selimiye’ye de girer, muhteşem kubbeyi ağzı açık seyreder. Bulgar Çarı Camiye hayran olmuştur, tahribine izin vermez asla.

YAPILIR MI AMA?
 Neyse gün gelir sükûnet sağlanır. Diğer esirler gibi Şükrü Paşa’da İstanbul’a yollanır. İttihatçılar onu âdeta vatan haini gibi karşılar, “paşa paşa halk seni linç edecek” diye korkutmaya çalışırlar. Perdeleri inik bir vagonla Sirkeci’ye getirir, kapalı bir faytona atar, güya koruma yaparlar.
İstanbullunun Şükrü Paşa ile derdi yoktur oysa olmayacaktır da…
Ancak İttihatçılar Rütbelerini söküp tecrit ederler ki işte bu hakaret çok koyar ona.
Menkubiyet yıllarında (gözden düştüğü) kendini mesleğine verir. Genç nesle bırakabileceği tek şeyi odur zira. Tecrübelerini telif eserler de toplayacak, söylenmedik sözlerle, çizilmedik şekillerle büyük aksülamel koparacaktır ilim dünyasında.
Ancak…
Ancak kitaplarını ve notlarını muhafaza ettiği (ne yapsın kendine öyle bir imkân sunulmayınca) Aksaray’daki akraba evi yanar, güzelim çalışmalar kül olur gider boşuna. Sadece bizim değil dünyanın ihtiyacı vardır onlara.
Acı üstüne acı derler ya. Zaten o günden sonra da fazla yaşamaz.
Şükrü Paşa’nın kadir ve kıymeti musalla taşına konunca anlaşılır anca. 1. Cihan Harbi’ndeki müttefiklerimiz İstanbul’dadırlar o sıra. Cenaze merasimine Alman, Avusturya ve Bulgar kıt’aları katılır. Naaşı, Mevlânakapı’ya defnedilir komşu olur Merkez Efendi gibi bir gönül sultanına. Kabri bizzat zamanın Padişahı Mehmet Reşat tarafından yaptırılır.
Daha sonra Edirne’ye defnedilecektir, ter ve kan döktüğü tabyalara...  

Edirne'yi savunan matematikçi Mehmed Şükrü Paşa
Edirne'yi savunan matematikçi Mehmed Şükrü Paşa

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.