Maziden müzeye... Sesin yolculuğu

A -
A +

Fonograflar, gramofonlar, pikaplar, diyotlar, savaş görmüş mikrofonlar... Ceviz ağacından, çeyiz sandığı ebadında ve mobilya endamında radyolar...

Edison Mors alfabesi ile gelen telgraf mesajlarını tekrar eden bir cihaz yapmaya uğraşmaktadır, ortaya ses yazan bir alet (fonograf) çıkar (1877).
Evet şuurlu değil, yanlışlıkla.  
Derdi o olmadığı için üzerinde durmaz, ancak Chichister Bell ve Charles Tainter ‘grafofon’ adlı cihazı yapınca (1886) tekrar döner mevzuya.
Emile Berliner para kokusunu çoktaaan almış, opera ile anlaşmalar yapmış, tutan parçaları plaklara kaydedip, satmaya başlamıştır.
Gramofon, Osmanlı coğrafyasına 1896’da girer. Ahmet Kemal ve arkadaşları ortak cihaz alır, 100 para mukabilinde dinletirler meraklısına.
Nasıl Yunancada fono (ses), graf (kayıt) ise bizimkiler de sada-nüvis (ses yazıcı) derler ona.

TELE GEREK VAR MI?
Henüz elektromanyetizma bakir bir alandır, her yeni keşif diğerinin önünü açar. İngiliz Cooke ve Wheatsone “metal devreler aracılığı ile gönderilen elektrik akımlarının uzak mesafelerde ses vereceği” iddiasındadırlar.
Maxwell, seslerin uzak mesafelere yollanmasını sağlayacak “elektromanyetik dalgalar”ı keşfeder (1865).
Alman Heinrich Rudolf Hertz bunu ispatlar, hatta dalgaları ölçer, biçer, adını koyar. Şu kadar kilohertz filan...
İtalyan Marconi ise radyo alıcısı yapar. Rus Popov anlaşılabilen dalgaları iletmeyi başarır ilk defa. Fransız Lee de Forest “boşluk tüpü” ile sesin net ve kesintisiz yayınlanmasını sağlar.
O günlerde radyo, eğlenceden ziyade denizcilikte, muharebe ve muhaberede kullanılır ve tabii ki havacılıkta.
İngiltere’de ilk radyo yayını Kraliyet Donanması sancak gemisi Andromed’nın telsiz odasından yapılır. Yayının nereden çıktığı sır gibi saklanır o başka.
İlk düzenli yayın, De Forest Radyo Telephone Co. tarafından New York’ta bir binanın üst katında başlar (1907). Önce Columbia şirketinin çıkardığı plakları çalar, bilahare konuk alırlar yayına.

Maziden müzeye... Sesin yolculuğu

AÇTIRMA KUTUYU
Alet, 1890’lara doğru Asitane’de sık görülmeye başlar, aylakları etrafına toplar.  
Eşraf rahatsızdır, hiç hoşlanmaz. Reşad Ekrem Koçu da “silindirli ve plaklı gramofonlardan yakınır. “Lâkin bu cırlak makine beni o kadar sıkıyor, o kadar ta’zib [eziyet] ediyor ki, mümkün değil sükût edemeyeceğim. Bilmem siz ne fikirdesiniz, aziz kariler (okurlar)? Bence fonograf, hani şu iki buçuk liradan iki - üç yüz franga doğru alınıp sonra her gün kovan (ses kaydı yapılan balmumu silindir) bedeli diye birçok paralarınızı çeken ‘dolap’ yok mu, işte benim için ondan ma’nâsız bir şey tasavvur olunamaz. Fekat rica ederim: Fennin harika-nümâ bir mahsul-i ter-zeban-ı bediü’l-beyânı olan bu alet için ‘ma’nâsız’ demekle nazarınızda medeniyete hürmetsizlik etmiş oluyorsam, sözümü geri almama müsâade ediniz. Maksadım fonografı tahkir değil, şu bizim yaşlı bebeklere oyuncak olan makineden şikâyettir! Fonograf şehrimize ilk defa gelip de Beyoğlu’nda, şurada burada tek tük dinlenmeye başladığında bunun böyle baş ağrıtıcı, a’sâp bozucu bir işkence aleti olacağı kimin hatırına gelirdi? Kim derdi ki Komendinger (Macar Alexandre’ın Beyoğlu’ndaki müzik mağazası) hemen tekmil alışverişini fonografa hasredecek, tütün sergileri gibi paket paket, yığın yığın kovan satacak? Sonra tuhafçılara, kâğıtçılara, bakkallara kadar küçük büyük, umumi hususi birçok dükkân bu vızıltıdan başka ma’rifeti olmayan müz’ic (usandırıcı) makinenin yüzünden işleyecek? Nihayet, evlerimizde, udlar, kanunlar, kemanlar, neyler, piyanolar susacak, hatta insanlar sükût edip yalnız o konuşacak.”

GÜRÜLTÜ KİRLİLİĞİ
Ahmed Rasim, “Bedâyi’-i Keşfiyyât ve İhtirâ’ât-ı Beşeriyyeden Fonograf: Sadâyı Tahrir ve İ’âde Eden ‘Âlet” adlı bir  kitap kaleme alır. Fonografı kesitlerle anlatır.
“Arkadaşlarımdan bir şair var... Bitişik komşuları bir fonograf almış; kendisi akşamları yalısına gelip de penceresinin önünde biraz nefes almak için koltuğuna yerleşecek olsa, yanı başından bir hırıltı başlıyor, sonra gıcırtılı bir bostan dolabı, daha sonra Yakomi’nin (Güngörenli bir Roman) ma’hûd zurnası ve arada galiz naralar! Bu böyle birkaç dakikada başlayıp biterek saatlerce devam ediyor.
Bir yalı tasavvur ediniz ki sükkânı Boğaziçi’nin en şık, en zevkperver ailelerinden biri olsun, zarafeti, ziyneti, dâiye-i asâlet ve azameti ile oturmuşlar. Zavallı şair güzel bir kafiye avlamak üzere iken a’sâbını hırpalayan o zırıltı başlamasın mı? Sanki odanda çılgın adımlarla dört yana koşuyorlar. Gel de la’net okuma.”
Kovanlı fonograf zamanında, doldurulmuş üstüvâneler (silindirler), sihirli birer kutu gibi imparatorluğun en uzak köşelerine dağılır, ‘lira çeyreği’nden ‘birkaç altın’a kadar satılırlar. Dönemin müzisyenlerinden Tamburi Cemil Bey nağmelerin böyle orta malı gibi sokaklara dökülmesinden müştekidir açıkça.
“Hele akşamdan sonra, bir adım atamıyorsunuz ki, civardan bir fonograf sesi kulağınızı tırmalamasın; bir kahveye, gazinoya gittiğinizde sırtında iki sandık ile bir fonografçı önünüzü kesip sizi iz’âc etmesin. Mesela birkaç arkadaş bir yerde oturuyorsunuz; fonografçı sandıklarıyla geliyor, biraz ötenize makinesini kuruyor, birkaç cızırtıdan sonra dinlediğiniz melodi için tabağını uzatıyor, artık gönlünüzden ne koparsa! Bunu ağzı açık dinleyenler de var, kulaklarını tıkayıp kaçanlar da... Ucuz makineler ise tam eza ceza. Rakikü’l-sâmiaya (hassas işitenlere) kulak tıkamak kalıyor.”

MUHTEREM SAMİİN
Bizde ilk verici İstanbul Öğretmen Okulunun bodrumunda kurulur, muallim Rüştü Uzel ön ayak olur tullaba (talebeler).
İlk yayına ise Sirkeci Büyük Postane başlar 1927. O gün Eşref Şefik en mikrofonik sesi ile “Aloo alo muhterem samiin (dinleyiciler) burası İstanbul telsiz telefonu, 1.200 m tulu mevç, 250 kilosikl” şeklinde terübi yayını anons eder. Gelgelelim henüz kimsede radyo yoktur, çatıya takılan hoparlörden dinletirler vatandaşa.
Türkiye’de radyo istasyonları “Telsiz Telefon Türk Anonim Şirketi” adı altında, Fransızlarla müşterek kurulur (1927). 1937 yılında PTT’ye, 1940’ta ise Matbuat Umum Müdürlüğüne devredilir.
1964’de çıkarılan 359 sayılı Kanun ile ipler TRT’nin eline geçer. Kurum beş seneliğine tayin edilen ve hiçbir şekilde vazifeden alınamayan bir kurul tarafından yönetilir. CHP önce kadrolaşır, sonra kurumu özerk ilan ederek iktidarların elini bağlar.

ZAMAN TÜNELİ
Malatya müzesindeki radyolar civar illerden toplanmış, Koleksiyoncu Baki Tamer Selçuk sıkı çalışmış, II. Cihan Harbi’ni ve Kıbrıs Çıkarması’nı gören mikrofonlar bulmuş hatta.
Yılda 60 bin ziyaretçi ağırlanıyor.
Benim gördüğüm radyonun ilk yıllarında Almanya ve ABD yarışıyor.
Amerika içinde de GM ile Westinhouse atbaşı gidiyor. Philco, RCA, Zenith, Pilot, Sparton, Lafayette, Brand, Orion, Airmec, Airline, Bush, Tesla. Tomson, Unica. Wega iki boy arkadan geliyor.
Alman firmaları AEG, Blaupunkt, Grundıg, Korting, Braun, Saba, Siemens, Siera, Sinka Singer, Telefunken, Metz ve Mullard’lar ceviz kasaları ile göz dolduruyor.  
İngilizler de Kolster, Raymond, Bristol, Thompson, Emerson, Cambirdge ile buradayız diyor.  
Avrupa’nın büyüklerinden Hollandalı Philips ve İsveçli Aga da ağırlığını hissettiren firmalar.  
Centrum, Tonfunk, Cossor, Delco, Mozart, Elektra, HMV, Hornyfon, Luxor, Merkur, Mediator, Minerva, Marconi, Nevtron, Paillard. Radionette, Radıomarelli, Exellence, Sonora, Symphony, Omega...
Japon Sunshine, Rus Lopoa...
Türk malı cihazlar da var, markalaşamamışlar ama...

Maziden müzeye... Sesin yolculuğu

BAK ŞU MALATYA’YA
Malatya ciddi müzeleri olan bir şehrimiz. Fotoğraf ve sinema makineleri, tekstil geçmişimiz, mutfak aletleri, kahve takımları üzerine zengin parçalar toplamışlar. Bunlardan biri de ‘Radyo ve Gramofon Müzesi.
Müzede 703 cihaz var ki, bir kısmı ta 1890’lara dayanıyor, aralarında hiç maket yok ve tamamı çalışıyor.
Zikrolunan bina 2018’de klasik Malatya evi tarzında inşa edilmiş. İki katlı ve kerpiç duvarlı, üst kata iç merdivenle çıkılıyor.
Müzeyi tarihi sırayla gezdiriyorlar, 131 yıllık bir laternanın ardından, 1900’lü yılların gramofonları sıralanıyor. Silindir şeklindeki kovanlar, plaklar, derken elektrikliye geçiyor.
1920’lerden itibaren radyo baskın, onları 30’lu yılların cihazları takip ediyor. Kırklar, elliler, atmışlar ayrı ayrı odalarda. Değişimi izliyorsunuz rahatlıkla.
Nazi radyoları da dikkat çekici, tek dalga ve sadece Berlin istasyonunu çekiyor. Maksat propaganda.
Müzede tayyarelerde, otomobillerde, gemilerde kullanılan radyolar da var.
Bir de tamirhane köşesi açmışlar, lehim makinası, cımbızlar, tornavidalar, diyotlar, redresör, osilatör, modulatör lambaları...
Eskiden bozulan radyolar ustaya götürülürdü mâlum. Artık tamir alışkanlığımız kalmadı, çabuk bıkıyor, çöpe atıyor, yenisini alıyoruz. Paramız çok nasıl olsa.

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.