Yolcu kalmasın aşağıda!

A -
A +

“İstanbul’dan Ankara’ya gitmekte olan Cetturizzzmin sayın yolcuları! Hareket saatiniz gelmiş olup...”

Eğer gecenin bir vakti otobüsün ışıkları yandıysa, kaptanınız mola verecek demektir. Derhâl kalkmalı ve firmanın lütfettiği çayları yudumlamalısınızdır! O yılların çayları daha besleyicidir tabii. Bardaklar leğene daldırılarak yıkandığından içinden lahmacun artıkları, peynir kırıkları, yumurta kabukları çıkar. Neticede gıda.
Külhaniler son yudumu çeker, izmariti basarlar. Dezenfeksiyon işi de tamam.
Masalar kontraplaktır ve üstleri güllü muşamba kaplıdır daima. Dökülen şekerli mayiler kafasına göre kurur, dekora derinlik kazandırırlar. Ah o uyku sersemleri, dirseklerinden yapışmasalar.
Yemekler gün boyu tıkırdar, çorbalar kaynamaktan pelteleşir, sebzeler dağılır parça parça. Marullar büzüşür, maydanoz kadar kalırlar. Yağları neydi bilemiyorum, 70’lerden bahsediyoruz, Vita’nın tek kale maç yaptığı yıllar. Yolcu ne dağılmış kuruya aldırır, ne de kurumuş pilava. Teammüden taam alır, maya çalar karın ağrısına.
Ucuz da değildir, en az üçle çarpacaksın, şehirde kaçaysa.

BÜYÜK 50 KÜÇÜK 25
Hâlbuki helacılar adildir. Büyükten 50, küçükten 25 alırlar. Para vermeden kaçmak ne mümkün? Mangırla cama vurur “Ücreeet” diye haykırırlar. İşte bu yüzden kulübenin camı çatlak olur daima.
Kenefler basık ve havasızdır. Para basar ama masraf yapılmaz. Taharet muslukları takıldığı gün çalındığından tesisat düzen tutmaz. Çaput dolanmış bir çomak tıkılır kör tapa hesabına. İbrik yerine konserve kutuları vardır, paslıdırlar. Bunları yosun tutmuş bir varile daldırır, kullanırlar.
Pisuvarlar tıkalıdır, taşar, idrar paçalarınıza sıçrar. Helalara hava girmemesi için ne gerekiyorsa yapılmış, pencereler pervaza çivilenmiş, üzerine kat kat naylon çakılmıştır itinayla. Çünkü Anadolu geceleri ayazdır, buz yapar. Peki yazın niye havalandırılmaz? Muamma!
Tuvalet kapılarında devre, tertip, tezkere muhabbetleri boy gösterir, sağcılarla solcular slogan yarıştırırlar. Tosunlar edebe mugayir şeyler yazar (ne kadar ayıp ama)...

Yolcu kalmasın aşağıda!

SAĞ SERBEST
Şoförler istasyona zafer kazanmış komutan edasıyla girer, ellerini kaldırıp sağa sola selam dağıtırlar.
Garsonlar kapıda karşılar, uykusuzluktan küçülmüş gözlerini oğuştura oğuştura hizmetlerine koşarlar. Mürettebat kırmızı halılı kısma alınır, masalarında keten örtüler de vardır ayrıca, tabakları bardakları farklıdır. Yemekleri de hususi tencereden gelir. Kaptan kürdanı dişine taktı mı patron koşar, kolonya ve sigara tutar.
Şoförler direksiyona oturunca mutlaka çakmaklarına el atar (markadır onlar), havalı hareketlerle şakırdatırlar. Hatta yanan sigaralarını bir daha yakarlar. Dikiz aynasından şööle bir yolculara bakar, irice bir duman çeker gevrek bir sesle bağırırlar: “Gelmeyen var mı yanında?”
Cevabı dinlemez bile, el frenini tokatlayarak boşaltır, vitesi geriye takarlar. Muavin en az kırk adım koştuktan sonra arabaya atlar, soluk soluğa bağırır “Sağ serbess usta!”
Dört numaradaki yolcu üstüne vazife gibi tekrarlar; “Sağ serbestmiş usta!”
Kaptan sana mı soruldu gibilerden ters ters bakar, eğilir asfaltı keser, gözüyle görmeden yola çıkmaz.

Yolcu kalmasın aşağıda!

NE HADDİMİZE?
O yıllarda otobüs şoförleri imparator gibi bir şeydir, itiraz edemezsin asla. “Delikanlı sen kalk bakiym ordan”, “Abla sen gel otur buraya!” Biletinizde ne yazdığı mühim değildir, ayar verir alayınıza.
Hacıamcalar hırpalanmaktan korkar, ürke korka muavine fısıldarlar; “Aman gözüm kaptanımıza arz et, namaz vakti çıkıyor, iki dakika duramaz mı acaba?”
Muavin gider şoförün kulağına eğilir. Dikiz aynasında kaptanın asabi çehresini görürsünüz ve o bildik cevap gelir ulakla: “Kılsınlar arabada!”
Israr ederseniz kaç kere hacca gittiklerini ve hocaların bile otobüste kıldıklarını anlatacaklardır sana. Herhâlde onlar kadar bilecek değilsindir di mi ama?
Garipler “Ya sabır!” çeker, yönü kâh Edirne’ye kâh Van’a dönen alametin üstünde kıble tutturmaya çalışırlar.

MESCİT MEÇHUL
O yıllarda mola yerlerinde mescit olmaz. Nerede namaz kılabilirim diye sorarsanız, bir izbeye götürür üzerine (∧) çizilmiş ezik bir mukavva yayarlar.
Paspas, süpürge, faraş, şişe kırıkları ve inşaat artıkları vardır etrafınızda.
Öğle ile ikindi ve akşam ile yatsı bir şekilde kılınır. Ancak sabah namazının vakti dardır, çabuk çıkar. Bilet alırken mola nerede diye sorar, oturup denklem çözersiniz âdeta. “Beş saat Bursa tutsa, iki de Susurluk’a...”
Talebeyiz, bir bayram arefesi İzmir’den çıktık, hesaplarımıza göre gün doğmadan Topkapı’da olacağız güya.
Balıkesir üzerinden gelenlerde yer kalmamış, Çanakkale tarikiyle çalışanlarda bilet bulduk aldık. Olsun, imsak söktüğünde İstanbul’da olacağız NŞA.
Otobüs otogardan çıktı, Çiğli’de girdi bir mahalle arasına. Bagaj kapağı ha bire açılıyor kapanıyor, bir şeyler yükleniyor, geri alınıyor. Bağırış çığırış, pazarlık ediyorlar galiba. Yorgunlar horultuyla uyuyor, otobüs, hırıltıyla çalışıyor. Kafadan iki saat takınca bizim hesap şaştı. Namaz girdi mi sıkıntıya.
Yanımda üniversiteden bir arkadaşım var, ihlaslı bi çocuk, nasıl üzüldü anlatamam. Yolda durduramazsak bu ömründe kılmadığı ilk namaz olacak, çantasında kuru yemiş filan vardı, aldı götürdü şoförle muavine yedirdi. Lafı kibarca namaza getirdi, cevap verme lütfunda bile bulunmamışlar.
Yuh! Fındıkları götürürken iyiydi ama!
Gittiğimiz kadar gidelim dedik. Son yarım saatte ineriz, başka bir araba buluruz nasıl olsa. Keşan’ı geçtik, Malkara’ya yaklaşıyoruz, sağ arka tarafta bir “lablablab” sesi, muavin indi, balyozla vurdu, “Kaptan lastik patlak!”
Daha stepne indirecekler de, kriko vuracaklar da... Otobüs bijonları kolay mı sökülür? Formula 1’in pit takımı değil sonunda.

NEYE NİYET
Bir gece Aksaray (68) kavşağından binmiştim. Güneyli bir firma. Çok ağır gidiyor. “I ıh bu otobüs, gün doğmadan kavuşamaz İstanbul’a!”
Yolcu indirmek için İzmit Otogarı’na girdi. “Abi” dedim, “hemen iki rekât namaz kılsam şuracıkta?”
-Olmaz kardeşim acelemiz var!
-Ne acelesi ya? Sabahtan beri sallandınız, ne girmediğiniz köy kaldı, ne durmadığınız kasaba.
-Senin haberin var mı, mazot kaç para?
-Tamam kardeşim verin o zaman bavulumu, haydi yolunuz açık ola.
-Niye öyle diyorsun?
-Yaa ben bir şey demedim, dua ettim, iniyorsam gönlümün rızasıyla.
Otobüs yürüdü gitti, cami hemen karşıda. Yalnız arayı dikenli telle örmüşler geçemiyorsunuz, yüzlerce metre gidip geri geliyorsun hizaya. Adam dursa da yetişmezmişim, iyi ki oyalamamışım boşuna.
Neyse rahat rahat abdestimi aldım, namazımı kıldım, hocaefendi kısa bir vaaz yaptı hatta. Çıktım tam önümde Ulusoy yolcu indirdi, belli devam edecek, girmeyecek perona. Muavine “İstanbul” dedim, “Atla abi” dedi,  “yalnız Esenler’e girmiyoruz, Merter, Yenibosna!”
Zaten Yenibosna’ya gideceğim, ne isterim daha! O zamanlar iki katlılar moda, yukarı çıktım, geniş deri koltuklar, birbirinden mesafeli ve az sayıda. Gebze civarlarındayız, eleman servis arabasıyla geldi, “ Kahvaltınız efendim!” Tepsinin üzeri silme dolu, tatlılar, tuzlular, soğuklar, sıcaklar... Bir sandviç verdi kolum gibi, arasındaki kaşar parmak kalınlığında.
Otobüse on lira ödemiştim, bu kahvaltıyı yapamazsın 20 liraya.

TERS KÖŞE
Birinde yine Kahramanmaraş’tan geliyoruz. Bolu Dağı’nı inerken hava ağardı, müezzinlerin eli kulağında.
Şoföre gidip “Abi namaz” dedim ama korkuyorum, “Yok” derse al bir macera daha. Güldü, “İçin rahat olsun” dedi, “biz de kılacaz.”
Durdu, mürettebat mescitte hazır kıta, kaptan geçt,i imam oldu hatta.
Dadaş Turizm’le Erzurum’a gidiyoruz. Tıp fakültesinden bir arkadaşım var, adı gibi zeki. Çok rahattır, istemekten çekinmez, sıkılmaz. Durur musun filan yok, oturduğu yerden bağırdı “Kaptan namaz vakti! Bak bakalım müsait bir yer var mı civarda?
Adam ilk benzin istasyonuna girdi, “Evet beyler mescit sağda!”
İnanır mısınız otobüsten belki otuz kişi namaz kıldı. İyi de doktor durdurmasa, şoföre söylerler miydi acaba?
Bu manada Karadeniz firmalarını takdir ederim, mola yerlerini vakte göre ayarlıyorlar. Bir taşla iki kuş, kılana da kılmayana da.

AĞLAMAYANA MAMA
Yetmişli yıllar. İzmir’e gidiyoruz, otobüs Akhisar’da durdu. Mescit yok, yağ varillerinin arasına mazot kokan bir tahta bırakmışlar, nasıl ekzoz dumanı, jeneratör yırtınıyor yanı başımda.
Kıldım da tahta yağlı, bakıyorum dizlerimde leke kaldı mı acaba? O ara siyah bir otomobil durdu, arka cam indi, baktım ağır kâmil bir amca, bildiğin kıranta. Siyasilerden biri miydi, iş adamı mıydı hatırlayamayacağım ama çehresi aşina. “Bak delikanlı” dedi, “bu eziyete razı olma. Sen müşterisin ve bu adamlar sana hizmet vermek zorunda. Şimdi git o mikrofon başındakine söyle adam gibi bir mescit yaptırsınlar buraya!”
Söyledim mi peki?
Cesaret edemedim, ne yani beni mi dinleyeceklerdi? Tıfıl bir talebeyim daha!
Günümüz mola yerleri çiçek gibi. Taze çerezler, şekerlemeler, parfümeriler. Pırıl pırıl tuvaletler, marka kahveciler, kurabiyeciler, gazeteciler, kitapçılar.
Ve şahane mescitler, temiz, aydınlık, ferah, şadırvanlarda sıvı sabunlar, sıcak sular, kâğıt havlular...
Birileri istemeyi öğrendi galiba.
Bu hamur daha çok su kaldırır, meğer milletin ne çok hatırası varmış bu konuda.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.