Zulüm, Taraki ile başladı

A -
A +

Bakıyorum da her ekranda bir akademisyen, gitmemiş, görmemiş ama konuşuyorlar rahatlıkla. Biz derin tahlillere girmeyecek, sadece gördüklerimizi yaşadıklarımızı anlatacağız okuyucularımıza.

İlk seferimde (2009) endişelenmedim desem yalan olur, namlı mimli bir ülkeye gidiyorduk zira... Rahmetli Mustafa Karmış ve kameraman Mustafa Sert ile beraberdik. Bir sonra Mustafa Mahdum ve Erol Eşsiz ile çıktık yola, böyle arkadaşların olsun yeter, velev ki Fizan’a...
O gün İstanbul nasıl da sisli, gece 23.55’de yapılması gereken sefer ertesi gün 14.30’a sarkıyor. Banklarda yatmaktan belimiz boynumuz tutuluyor.
Afganların sert mizaçlı olduklarını sanırdım, bakıyorum da ağlanacak hâlimize gülüyorlar.
İlk intiba müspet... Belki ölçü değil ama “mütebessim” insanlar hoşuma gidiyor.
Nihayet Ariana tayyaresine biniyor, kemerleri bağlıyoruz. Pilot mikrofondan sefer duası okuyor. Yolcular da katılıyor, eller yüzlere sürülüyor.
Koltuk arkadaşımın adı Muhammed, kitap kırtasiye işi yapıyor. Tacik asıllı ama Türkçe konuşabiliyor. “Bayramda Kâbil’de mi olacaksınız” diye soruyor.
- Öyle görünüyor.
“Evim Hayırhane Mahallesi’nde” diyor, “gelin misafirim olun. Allah ne verdiyse yeriz, gezeriz, iyi kötü bir döşek sereriz.”
Teklifinde samimi, çıkarıp kartını veriyor.  Ve mevzu gelip dayanıyor, “N’olacak bu Afganistan’ın hâli” sorusuna...
Muhammed acı acı gülüyor “Afganistan önemli bir coğrafya” diyor, “Gazneli Mahmud, Hüseyin Baykara ve Babürşah buradan hareketle bütün Hindistan’ı, Bengal’i aldı, Çin sınırına dayandılar. Gürganiye Devleti tam sekiz asır yaşadı. Afganistan’da hiç bir emperyalist güç dikiş tutturamadı. Ne Persler ne de İskender. Cengiz bile barınamadı, Safeviler işgale kalkıştı, kendi devletleri yıkıldı. İngilizler güneş batmayan imparatorluk iken yenildiler… SSCB dünya deviydi, batağa saplandı. Amerika ise tam bir hayal kırıklığı...”
-Peki niye bu hâlde?
-Afganistan’da Afgan tazısı, Afgan halısı, Afgan pilavı bulabilirsin ama kendine ‘Afgan’ım’ diyen birini arama. Peştun’um, Tacik’im, Özbek’im derler; Beluci, Türkmen, Hazara ona keza... Biz ümmet olduğumuz yıllarda Asya’yı yönettik, ne zaman kavmiyetçilik başladı, manzara ortada!

Zulüm, Taraki ile başladıZulüm, Taraki ile başladı

Kör karanlıkta
Kâbil’e gece yarısı iniyoruz. Henüz kasım ayı ama ayazı kesiyor. Bir araba kiralayıp adresi veriyoruz. Sokak lambaları yok, hiçbir şey görünmüyor, zifirî zindan, gidiyoruz ama el yordamıyla. Hendekler, tümsekler, sandal gibi sallanıyor araba.
Ve korktuğumuz başımıza geliyor. Şoför adresi şaşırıyor. İyi de kime sorulur? Ortalıkta bir Allah’ın kulu görünmüyor.
Uykumuz var ve üşüyoruz, çamur diz boyu, patinaj yapıyoruz yokuşlarda.
Son sekiz yılda Afganistan’a 30 milyar dolar girdiğini biliyoruz ama Kâbil tel tel dökülüyor.   
Uzatmayalım, kalacağımız misafirhaneyi buluyoruz ve herkes yattığı yeri beğeniyor.
Ve sabah... Sakin saatte çıkıyoruz güya. Düşüyor muyuz saç baş yolduran bir trafiğin ortasına...  
Kâbil’e hiç bakılmamış, yıllar evvel isabet alan binaların iskeletleri duruyor ortada. Vasıtalar derme çatma ve alayı yağ yakıyor. Yol boylarında seyyar tamirciler, bırakın çıkma lastiği müstamel krank mili satılıyor.  
İnsanlar munis, trafikte sessizce bekliyor, bağırıp, çağırmıyor, korna basmıyorlar. İstanbul’da olsa var ya...
Siren
duydun dur
Kâbil’de devriye gezen ABD zırhlılarına 50 metreden fazla yaklaşmak yasak. Farkına varmazsanız göğsünüzde kırmızı noktalar beliriyor. Bunlar üzerinize namluların çevrildiğini ve tetiğin gerildiğini gösteriyor.
Amerikan askerleri öldürdükleri insanlardan dolayı sorgulanmıyor, yargılanmıyorlar. Kasabanın şerifi gibi dolanıyor, halkı azarlıyor, el kol hareketi yapıyorlar.  
Hele Büyükelçi cenaplarının konuttan çıkması tam bir facia. ABD elçiliğinin bulunduğu cadde zaten kapatılmış, dikenli teller, bariyerler ve koruganlar... Mezkûr yolun açıldığı Mes’ud Meydanı da kesildi mi şehir felç oluyor. Hammer’lar görünmeden Jammer’lar köşe tutuyor, cep telefonları devreden çıkıyor.
Kâbil sakinlerini sandığımızdan da sakin buluyoruz. Ülkenin durumu vahim ama hayat da devam ediyor sonunda.
Bir zamanlar İran’ı “Kızım Olmadan Asla”, bizi ise “Gece Yarısı Exspresi” filmiyle tanırlardı. Afganistan denince de akla Osama ve Uçurtma Avcısı geliyor.
Kendi hikâyeni yazmazsan, kendi filmini çekmezsen olacağı bu. Batı tek kale maç yapıyor.

Zulüm, Taraki ile başladı

Burka, sosyeteden kalma
Malum cenah bir burkadır tutturmuş gidiyor, yok Taliban, Afgan kadınlarını hapsetmiş de filan. Hâlbuki ABD işgalinde öyle bir mecburiyet yoktu, kadınlar burkadan niye vazgeçmediler acaba?
Kadın Parlamenter Şükriye Barakzai “Biliyor musunuz” diyor, “burka Afgan töresinde yeri olmayan bir kıyafet aslında. 1960’lı yıllarda gün gün dolanan amir, memur hanımları, makyajlarını silmemek, kıyafetlerini değiştirmemek, için böyle bir yol bulmuşlar. Diyelim üzerinizde abiye elbise var, bilezikler, küpeler, gerdanlıklar. Çarşıdan rahatça geçebilmek için atıyorsunuz başınıza bir burka, babanız bile tanıyamıyor. Burkalıya kimse laf atmaz, yan bakmaz. Öyle ya içinden anası bacısı da çıkabilir icabında... Yoksullar da soluk fistanlarını burka altında saklıyor, eksiği noksanı belli olmuyor.”
Neredeyse tamamı mavi ve kumaş kaliteleri üç aşağı beş yukarı aynı ayarda. Üzerinde mahallî motifler var ve fiyatı on dolar civarında.
Peki Afganistan’da açık kadın yok mu?
Onların açıklık ölçüsü başka, mesela Şükriye Hanım da kendini açıklardan sayıyor ama başına Benazirvari bir şal atmadan girmiyor yanımıza.

Yiğide patu gerek
Dilerseniz biraz da erkek elbiselerini anlatalım. Afganlar yaygın olarak şalvar kamis giyiyor. Sırtlarına battaniyeyi andıran bir patu atıyorlar. Bu yün dokuma yerine göre yatak döşek, yerine göre sofra seccade oluyor. Sıkıştılar mı yüklerini patuya sarıp vuruyorlar omuzlarına.
Her eve lazım, kuşandınız mı yabancı olduğunuz anlaşılmıyor ayrıca.
Afganlar çoluk çocuklarına düşkün ve hoş tutuyorlar. Ufaklıklar babalarının sırtından inmiyor, kız çocuklarını bisiklete oturtuyor, kendileri yandan yandan yürüyorlar çamura basa basa. Miniklerin ayakları yere değmiyor, elbiseleri temiz kalıyor.  
Kadınlar da kıymetli. Misal çarşıda arabanla bir adama çarpıp devirdin bir şeycik olmaz, özür diler devam edersin yoluna. Ama bir kadına dokunduysan yandın, hafiften sendelese bile cezası 7 bin dolar. Bakıyorum da alışverişte son sözü hanımlar söylüyor daima...

Duy da inanma
Batılı kaynaklar Afganistan’ı korku filmi gibi tanıtıyor, yok Taliban uçurtma, misket ve oyuncak bebekleri yasaklamışmış...
Peki sekseğe, saklambaca, ip atlamaya neden mâni olmamış acaba?
Voleybolu niçin yaymış taşraya?
Şöyle: Afgan çocukları uçurtmayı bizim gibi uçurmuyor, âdeta dövüştürüyorlar. Rakiplerinin ipini kesmeye, kâğıdını yırtmaya çalışıyorlar. Bunun için kınnabı tutkala sokuyor, cam tozuna buluyorlar. O heyecanla ip ellerini kesiyor, derin yarıklar oluyor, iltihaplı vakalar...
Yoksa uçurtma dediğinden ne ki? Altı kâğıt, üstü çıta...
Misket ise bir nevi kumar, yutan kabarıyor, yutulan hırslanıyor, çocukların keyfi kaçıyor.
Bebek yasağı ise sadece Barbie’ler için geçerli. Barbie dansta, Barbie cazda, plajda… Mayolar, gözlükler, kısa etekler, hayat tarzı dayatıyor bir bakıma.
En büyük tehlike de uyuşturucu. Mücadele için otorite lazım, dileriz Taliban bunu becerir, nesli yem etmez simsarlara.
Taliban’ın yasakladığı şeylerden biri de kanlı köpek ve horoz dövüşleri, gel de yanında durma.
Afgan çobanlarının hayvana vurma gibi bir huyları yok. Düşünebiliyor musunuz Kurban Bayramı’nda (İhlas Vakfıyla gitmiştik) 230 büyükbaş kestik, biri 11-12, diğeri 15-16 yaşında iki çocuk bütün sığırları yatırıp bağladı sırayla. Seve seve, okşaya okşaya. Hayvanlar nasıl muti, hayatında dövülmemişler ki daha.

Kim bu Taliban?
Sanırım en çok merak ettiğiniz şey Taliban.
Taliban talebeler demek, çekirdek kadro Pakistan
Diyobend Medreselerinde eğitim alıyor.
Devlet idare etme gibi bir niyetleri yok, ancak savaş baronlarından bezen halk onlara sığındıkça...
Mesela adamın kızını kaçırmışlar, garibim çaresiz, devlet yok, kime şikâyette bulunacak? Gidiyor medreseden yardım istiyor, 40-50 talebe şakileri kuşatıp kızcağızı kurtarıyor.
Diyelim silahlı bir çete musallat oldu, haraç istiyor, Taliban da onların gırtlağına çöküyor. “Bak olmasın bi’ daha!”
Böyle böyle zemin tutuyorlar, ABD bile onları muhatap alıyor, destek veriyor.  Gelgelelim  devlet
yönetimi ayrı bir sanat. Tecrübe istiyor.
Şimdi kendileri de farkında.

 

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.