Ordu'nun tepeleri çıksa yukarı çıksa

A -
A +

Meralar, menderesler, dipsiz göller, çılgın çağlayanlar. Rabbim bol su bahşetmiş, gözünüz yeşile doyuyor. 

Ordu Karadeniz’in en şanslı vilayeti. Çünkü sahil yolu içeriden geçmiş, denizle mesafe koymamış aralarına. İskeleler, tersaneler, kumsallar, balıkçı barınakları ezilmemiş, yerlerinde kalmışlar. 

Altınordu, Ünye, Fatsa, Perşembe ve Gülyalı zaten güzelmiş daha da derlenmiş toplanmış, turizmden paylarını almışlar. 

Haklarında çok okumuş dinlemişsinizdir, düşmeyelim tekrara. 

İyi de Ordu’nun 19 tane kazası var ve 14’ü yukarılarda. 

Gelin biz bugün kuytulara gidelim, vuralım yaylalara. 

BEREKETLİ TOPRAKLAR

Anadolu’muz yer yer çölleşme tehdidi yaşarken Ordunun toprağı mümbit ve gümrah. Diyelim fakir fukarasın, etrafını şöööle bi kolaçan etsen, bir çanta pazı, ısırgan toplarsın, öğün çıkar icabında.

Isırgan haza deva. Çorbasında mısır fasulye taneleri de oluyor ve biber çok yakışıyor. Başta kanser olmak üzere birçok hastalığa tavsiye ediliyor. Eh, bir ilaç bu kadar lezzetli olabilir anca. 

Köylerde su, doğalgaz, ulaşım masrafı yok. Yere dökülen meyveleri kaynatsan küpün pekmezle dolar. Serenderinde mısırın, fındığın, bahçende fasulyen karalahanan vardır nasıl olsa. Bir de inek beslesen yağ, yoğurt, peynir derdin olmaz. Geçinir gidersin karınca kararınca.

Ordu şelale zengini bir ilimiz, çağlayan altı göller fıkır fıkır balık kaynıyor. Akşamdan delikli bir sepet bırak, sabah al götür, at tavaya. 

Yöre sığırları semiz ve diri. Çünkü saman küspe bilmiyor otla kekikle besleniyorlar. Bize nefis bir ziyafet çeken kasap kardeşimiz Burhan Efil'e lezzetin sırrını soruyorum, elbette ustalık da var ama bizim etimiz gerçekten çok güzel diyor. Böyle malzeme her aşçıya nasip olmaz. 

TÜRK KEŞFİ PATPAT

Karadeniz evleri birbirinden mesafeli, patikalarda bayağı bir terlemeniz gerekiyor. Bu da onları sıhhatli yapıyor, hepsi dal gibi, korkmadan giriyorlar yükün altına. 

Yaşlılar da boş duramıyor, oduna çapaya koşuyorlar. Yüzlerinden kan damlıyor, tuttuklarını koparıyorlar evvel Allah.

Eskiden çuvalları merkebe katıra vururlarmış, şimdi her evde bir pat pat arabası, hayvan hakkından kurtulmuşlar. Bağa, bahçeye de patpatla gidiyorlar, düğüne, tombaya da. Patpat mahsul taşıyor, patpat çift sürüyor, patpat ulaşımı hallediyor, elleri ayakları olmuş adeta.

Pat pat yapan sanatkârlar kendilerini geliştirmişler, kapalı kasa, simit direksiyon, damperli vasıta derken 4X4’ünü koymuşlar ortaya.  

Bazısının üzerinde Erbakan’ın dizayn ettiği Gümüş (sonra Pancar oldu) motorlar var. Bunlar basit ve uzun ömürlü, kolay kolay arıza çıkarmıyor. 500 kiloyu rahat çekiyor ama 1500 de koysan nazlanmıyor. Tamam kamyonet kadar konforlu değil, lakin onların giremediği yollara giriyor, keçi gibi tırmanıyorlar. 

Yerli motorlar yüz güldürücü, Çaybaşı’ndan Ahmet Öztürk Usta, İstanbul'dan, Sinop’tan, Sakarya’dan getirdiği aksama güveniyor, gönül huzuru ile monte ediyor. 

Ordu'nun tepeleri çıksa yukarı çıksa

AH O GÖÇ OLMASA

Ahmet Hoca ise Diyanetten emekli bir din görevlisi. Yıllarca Mesudiye’de vazife yaptıktan sonra Gölköy'e dönmüş yerleşmiş yaylasına. Boş duramamış, üç beş sığır edinmiş. Derken dostlar yağ yoğurt istemişler, kendini işin içinnde bulmuş bir anda. “Sığırların yediklerinin dörtte üçü kekik” diyor. “Otlarımız mis kokuyor. Kimseye yağımızı alın demedik, talepler patladı gidiyor. Buranın yağını bilen bilir, Fransa’dan bile sipariş geliyor. Şimdi iki kilo yağ isteseniz 60 gün sonraya sıra verebilirim anca. Hemşerilerimiz köyleri terk etti gitti, arazide ne insan kaldı ne hayvan. Evler bel verdi, ahırlar çökmeyi bekliyor. Ben bir köylünün gidip marketten yağ yoğurt yumurta almasını anlayamıyorum. Hele ki bizim gibi otu çiçeği bol olan bir coğrafyada. Başımızda bir şeyler dolaşıyor ya, encamımız hayrola. Halbuki 25 sığırın yılda 10 tane yavrusu olur, değeri 100 bin lirayı geçer rahatlıkla. Peynirin suyundan lor, yağın ayranından çökelek alırız ayrıca. Sütün zerresi zayii olmaz, işe yarar mutlaka. 

Medine Teyze’nin yaşı 80, patates söküyor, dolduruyor çuvala. Bahçesine karalahana ve fasulye de ekmiş, yetecek kadarını toplayıp vuruyor ocağa. Dilinde hep şükür, evveli gün gitmiş yaşlılık aylığı ile ilaçlarını almış, kimseye minnet etmemiş, başını eğmemiş, göğsünü gere gere sormuş “borcum kaç lira?”

Gölköy eskiden beri göç veren bir bölge. Sadece İstanbul Bağcılar'da 90 bini aşkınlar. Sancaktepe, Sultanbeyli ve İzmit’i de sayarsan 300 bini buluyor. 

Göçküncüler yüzünden ortalık tenhalamış, “değirmen eskiden böyle miydi” diyorlar, “millet geceden girerdi sıraya!”  

GÖLKÖY, ULUGÖL

Ulugöl ağaçlar arasına saklanmış şirin bir göl. Suyun üstünü nilüferler sarmış, akça pakça gülümsüyor. Hafta sonları Amasya, Samsun, Tokat, Giresun buraya akıyor. Şirin ahşap evler, kalabalık ailelere bile yetiyor. 

Cumartesi Pazar 500 araç giriyormuş, çarp dörtle 2 bin kişi ediyor. 

Tesisin teyzesi geçen hafta 750 gözleme yaptım, kollarım koptu diye yakınıyor. 

Gölköy Belediye Başkanı Fikri Uludağ’a göre Ulugöl sadece Karadeniz’in değil dünyanın en güzel yerlerinden biri, hele yapraklar kızarıp bozardığında… "Gelenlere bakılırsa ilerleyen yıllarda daha fazla talep göreceği vakıa. O günlere şimdiden hazırlanıyoruz. Evvelce Milli Parktı Büyükşehir Belediyesine devredildi ve biz çok emek verdik ona. 30 hektar alan 100 hektara çıkacak, yürüyüş yolları, spor alanları olacak. Buranın her mevsimi güzel, havası suyu temiz, gıdası doğal. Zaten bu civarda yaşayanlar uzun ömürleri ile tanınırlar. İş kazaları ve meslek hastalıklarını saymazsanız hemşerilerimiz 85’in üzerinde yaşar. İnsanımız çalışkandır, iç içedir tabiatla. Üretmeyi sever, 95 yaşına rağmen motosiklete iş kovalayanlar var aramızda. Betonlaşmaya kesinlikle karşıyız, sadece yöre dokusuna uygun bir otel ve restoran açılacak o kadar. Etrafta şelalelerimiz, meralarımız, kalelerimiz, çivisiz (geçme ahşap) camilerimiz var. Fotoğraf sanatçılara Uluvahta Yaylamıza ve mendereslerimize hayran kalıyor. Objektifi ne tarafa çevirsen manzara. Halkımız yağlı güreşe de meraklıdır ünlü pehlivanlar kozlarını burada paylaşırlar. Hasılı iki gece kalan misafir iyi vakit geçirir, hiç sıkılmaz. 

İLK ÜVEZİN ALTINDA

Çaybaşı'nı geçin, iki üvez görünürmüş tepeye çıkınca. Nedense ahali ilk üvezin altında buluşurmuş daima. Zamanla evler camiler kurulmuş ama beldenin adı değişmemiş, İlküvez diye anılıyormuş hâlâ. 

Çok kıtlık yokluk çekmişler, uzunca bir süre halıcılıkla geçinmeye çalışmışlar. Hereke tarzı halılar dokumuş santimine onlarca ilmek sığdırmışlar. 

Bir halıyı 6 kişi 4 ayda bitiriyormuş, o da sabah namazında başlamak yatsıya kadar ilmek atıp kirkit vurmak şartıyla. 6 metrekare bugünün parası 6 bin lira. Eh işte bir nevi boğaz tokluğuna. 

Eski halıcılardan Mustafa Karayiğit’in söylediğine göre İlkyuva’da binden fazla tezgâh varmış. İpek dokuyanlar da yekun tutarmış. Çoluk çocuk kadın herkes ilmek atar, tezgâhlar boş kalmazmış asla. 

Soruyorum "Ne oldu peki, telefona, televizyona mı takıldılar yoksa?" 

-Hayır, halı işi Tayyip Erdoğan’la bitti, inşaat, imalat, nakliye ve ticaret imkânları arttı, insanlar para kazanmaya başladı. Şimdi bin lira için kimse eline kirkit almıyor.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.