Var yılı yok yılı

A -
A +

Hasat zamanı herkes yorulur fakat kadınlar biraz daha fazla yorulurlar. İmsakla kalkar, azık hazırlar, gün boyu dal sıyırır, kasalara doldururlar. Akşam elek başında tıkırdar, çocuklara, tavuklara, sığırlara bakarlar ayrıca.

Bizim oralar zeytincidir. Ekim sonu, Kasım başı teyakkuza geçilir âdeta.  Ağaç çok, zaman az, mevsim gelip geçiverir bir anda. Eniğe, cücüğe muhtaç olursun sonunda.

Öyle ya dip zeytinlerini toplamak için yaş, kilo, maltcasino tecrübe sorulmaz. El kadar sabi büyük insan gibi işe yarar.

Ufakken traktör kasasında bahçeye gitmekten hoşlanırdık, yarışırdık arkadaşlarla.

-Bak filanca on sepet topladı, sen dokuzda kaldın. Yarın hızlı gir, göster gününü ona.

Gaz veriyorlar, topla topla sonu yok, üç ağaçtan kurtuluyorsun, üç yüz tanesi duruyor kenarda.

Bu muhabbetler ilk mektebin sonuna doğru baydı. Ortaokulda kayış atmaya başladım, lise de hepten salladım, savurdum topu taca.

Şimdi iki yıllık yüksekokul okuyorum. “Ders çalışmam lazım” diyor evde kalıyorum. Alıyorum elime telefonu, bik bik bik, makara kukara…

Bilirsiniz “bağ babadan, zeytin dededen” derler. Dedeler hakikaten çalışmış asırlık ağaçlar bırakmışlar. İyi de peder beyin hırsı tükenmedi, birilerinin bahçesini kapatmaya çalışıyor hâlâ.

Annem üzerime titrer, eh bir evin bir oğluyuz, o kadar hatırımız olsun dimi ama? Tabii okuyunca itibarın da artıyor. Köyde tahsilli kim var benden başka? Adam olacağım da onları kurtaracağım güya.

Bir aydır kadının kafasına giriyorum, sezon sonu araba aldırtacağım ona. Akşama kadar internette dolaşıyor, ikinci ellere bakıyorum. Tek tek gösteriyorum “bak bu klimalıymış ana, nasıl ama?”

-E bakam, nasipse olur inşallah!

Ancaaak!

Ancak ablam evlenmeye kalkarsa, bizim araba işi yatar, bekle artık bir başka bahara. 

Bazen de “evlensin be” diyorum. Garibim uşak gibi zaten, sabah dörtte kalkar, tayınları hazırlar. Sabah ezanı ile koş zeytine, dönerler akşamın ayazında. Herkes devrilir yatar, o geçer eleğin başına. Beş oluğa birden bakar, akını gökünü kaçırmaz. Sabah zeytinler ebatlarına göre istiflenmiş, yağa gidecekler ayrılmıştır kenara. Yapraklar da toplanıp çuvallanmış bir kısmı danaların önüne yayılmıştır hatta. Eskiden besici çoktu, yapraklar kapışılırdı, artık hayvan bakan kalmadı, güzellim yeşillikler heba...

Bu kız eskiden de böyleydi, üstüne vazife gibi salamura havuzlarını gezer, çuvalları aktarır dönderir, sele zeytinlerini getirir kıvama. Nasıl olsa o bakıyor ya, hayvanımız eksik olmaz. Anam da pek kocadı, akşam gelince dalıp gidiyor sofra başında. Eh görünen köy kılavuz... Ablamın da olacağı o sonunda.

İşini de nasıl düzenli yapar sorma, kasada bir tane ayrı boy olmaz, kooperatifin elemanları herkesten numune alır, hassas terazide tartarlar, bizimkilere “tamam tamam” derler, “Cemile ablanın elinden çıktıysa bakma, vur kantara!”  Elek de eskidi, her yanı zıngıldıyor, iki de bir sigorta attırıyor. Geçen teyzemin oğlunu çağırdık, geldi, kabloları sardı sarmaladı, yalama olan yuvalara bir şeyler tıktı sıkıştırdı. İçine sinmemiş olacak ki “atın bunu gari” dedi, “söylen enişteme yenilerinden alsın. Hem daa sessiz, hem daa hızlı. Verin bunu gitsin hurdacıya!“

Koşup ağzını kapadım “sus len” dedim,  “bizim araba işi araya gidecek yoksa!”

Geçen bahçeye uğradım, bir iki dal silkeledim, üç beş sepet taşıdım. Dostlar alışverişte görsün o hesap.

Babam el motoru almış, dala takıyorsun titretiyor, zeytinleri patır patır döküyor brandaya. Annem toplayıp kasalıyor, ablam ise tingildeyen bir merdivenle en uçlarda. Elinde tarak, dal sıyırıyor sabahtan akşama. Bu kızın acayip bir enerjisi var, bir ağacı bitiriyor, öbürüne koşuyor. Kafada tülbent, ayağında şalvar, üzerinde hep o soluk hırka. Bir zamanlar kırmızıymış şimdi boz bulanık olmuş, yeşile çalmış âdeta.  Aslında güzel kızdır bi giyinse kuşansa var ya.

Küçük bahçeleri biz ailecek sağar kaldırırız, büyükleri bırakırız kâhyaya. O adam bulur, toplatır, artık nasıl yapıyorsa.

Eskiden yevmiyeciler peşimizde koşardı, şimdi kimse çalışmak istemiyor. Peşin paraya bile dudak büküyorlar.

Kâhya ne alır ne verir bilmiyoruz, babamın işlerinden haberimiz olmaz. Sadece onun dürüst olduğundan eminiz, zamanında gündelikçi olarak gelmişlerdi yanımıza.

Hanımıyla çıtadan naylondan bir baraka çakmışlardı kenara. Memleketinde iş yok, güç yok, ben dönmüyorum deyip kalmıştı burada. Bizim yerliler beydir, iş beğenmez, ağırdan alırlar, bunlar pire gibi maşallah.

Budama mevsiminde dallar ortada kalır. Götürsen çıtır çıtır yanar sobada. Şimdi kimsenin oduna baktığı yok, fırsatını bulan kasabaya iniyor, kombili ev tutuyor.

Ama fırınlara götürsen harçlığın çıkar, bahçe sahipleri alın sizin olsun diye yalvarıyor, kimse uğraşmıyor çöple çomakla. Açım diye ağlayanın da parmakları kaydırmalı telefonda... Derken efendim kâhyanın yanında gençten biri belirdi, kaynımıymış neymiş. Branda yayıyor, ırgat yönetiyor, sen oraya, sen buraya! Kasalı traktörü geri geri sürmek maharet ister, kıçı bir tarafa gider, başı bi’ tarafa. Bu çocuk iğnenin deliğinden geçiriyor âdeta. 

Dikkatimi çekti annemle ablam fısıldaşıyorlar. Meğer kâhya kefil olmuş, ablamı istiyorlarmış çocuğa.

Haydaaa! Ne işin var çayda.

Yani beklediniz beklediniz de tam ben araba alacakken, olacak iş mi ya?

Babam  ihtimal “kimin nesi bilmiyoruz” deyip çıkacak. Zaten aklı kapatacağı tarlada. Ablamın gönlü var gibi. Bu son şansı, bizim köyden kimse isteyemez, bir belalısı var zira. Zengin bir ailenin şımarık oğlu, zamanında çok dolandı arkasında. Hatta bir gün ablam su dolduruyor, bu bıyıklarını burarak geliyor çeşme başına, “urbanı anan mı dikti gı” diye sulu sulu konuşuyor. Ablam daldırıyor kovayı yalağa, bunun başından aşşa.  “Yörü git len” diyor “bi daa çıkma karşıma!”

Sonra askere gitti geldi yine tebelleş oldu. Babam verici gibiydi, mal mülk zibil, para pilav.  Kimse de araba yokken, bunlar gömlek gibi otomobil değiştirirlerdi. Traktörleri son model olur daima. İyi de oğlan alemcinin teki, her gece barda, gönlü hovarda. Düğünlerde küfelik oluyor, rezalet çıkarıyor. Babam bir iki ağız arasa da ablam “kesinlikle hayır” dedi, “istemiyorum asla!”

Bence de doğrusunu yaptı, sarhoşla ömür mü geçer? İçecek sızacak, sövecek, sayacak. Ne boynumuzun borcu ya, elin çakalına…İyi de bu sefer diğer talipleri tehdit ettiler, niyetliler vardı, gözlerini yıldırdılar. Yani ablamın bu köyden evlenmesi zor, kimse bulaşmak istemez onlara

Kâhyanın kaynı, karakaşlı kara gözlü bir çocuk, bakınca helal süt emmiş gibi duruyor. Bunlara pabuç bırakacak değil, zaten garip gureba, kaybedecek nesi var, kuşcağız canından başka. Bu arada babam o bahçeye iyiden taktı, bankada görmüşler geçen, teminat meminat bi laflar dönüyormuş ağzında.  Tefecinin vicdanı yok, adamın derisini yüzerler düşürürlerse tufaya.

Ablam akşam kahve yapmış geldi, “Cemil bir şey söyleyeceğim sana.“

-Buyur otur abla.

Ne diyeceğini biliyorum oysa. Garibim çok zor girdi mevzuya, kızardı bozardı, gözlerini kaçırdı, titreyen bir sesle “Bir çocuk var” dedi  “kâhyanın kayınbiraderi. Galiba talipler bana.”

-Sen ne diyorsun peki?

-Bir evim yuvam olsun istiyorum tabii. Bak yaşım geldi geçiyor. Ama önemli olan senin fikrin. He dersen he, yo dersen yo. Bilirsin güvenirim sana.

-Bi araştıralım bakalım, soralım soruşturalım da. (Güneş gözlüklerimi taktım, trençkotun yakalarını kaldırdım) Takipteyim, meraklanma!”

Birkaç gün sonra kasabada rast geldim. Lokantaya girdi, kuru fasulye pilav söyledi, üççeyrek ekmeği bandıra bandıra yedi fukara. Hesabı eksik almışlar, döndü cacığın parasını da verdi adama. Sonra asmalı kahveye geçti, çayını içti. Hemşerisi bir dal sigara uzattı, aldı yaktı. Çalışmayan bir araba vardı koşup el attı.  Cılız bir it eniği gördü, sevdi, kasaptan bir şeyler aldı verdi hayvana. Yatsı okununca kalktı camiye girdi. Baktım namazı tadını çıkara çıkara kılıyor. Secdeler rükûlar kovalar gibi değil, tadil-i erkânla...

Yani bi’ sigarasına mana bulabilirim, gerisi on numara.

Karar verdim akşam “demle çayı anlatacaklarıma sevineceksin” diyeceğim ablama.

Babama da çıkışmalı “ya bırak artık arazi kovalamayı, ablamı evlendirelim, bir ev al şu kızcağıza!”

Eminim tebessümünü saklamaya çalışacak, tıpır tıpır yaşlar dökülecek yanaklarına. Benim ablam iyidir be. Çok çekti garip, mutluluğu hakkediyor fazlasıyla.

Baktım “Lülülü” telefon.

Arayan galerici. ‘Abi Hayrola?’

-Cemil bi’ gelsene buraya!

Gidiyorum.  Aaaa o da ne? Tam da aradığım araba. Cıncık gibi. Kilometresi düşük, fiyatı mâkul, çelik jantlar, hırlayan susturucular, sis farı, havalı korna, o biçim faça. Hani tek tek almaya kalksan para yetmez bunlara. Üstelik “ver bir kaparo, götür” diyor, “bakiyesi zeytin parasını alınca.”

Eve geldim kafam karışık, ablam elek başında, “ne o, bir haber var mı” gibilerden bakıyor ağzıma.

Sadece “o işi unut dedim” yarım ağızla.

-Niye? N’oldu ki?

Asabileştim “tamam sus, bi bildiğimiz var heralde, soru sorma bana!”

Kızcağız nasıl yıkıldı anlatamam.

Yattım uyku tutmaz, huzursuz oldum. Dön o yana, dön bu yana. Len tükürürüm dedim tekerine de tamponuna da.

İndim aşağı ablam hem elekte çalışıyor, hem ağlıyor sarsıla sarsıla. Arkasından yaklaşıp gözlerini kapadım.

“Bil bakayım ben kimim?”

Döndü gülümseyerek baktı ama dudakları titriyor hâlâ.

-Ne ağlıyon gı?

-Ne biliym sen öle konuşunca…

-Seni sınadım ablam. Çocuk benden tam puan aldı, böylesini bulamayız bi’ daha. Şu zeytin işi bitsin, evini döşüyoruz, şurada ne kaldı zaten, çok çok iki hafta. Bu işler uzatmaya gelmez, hani ne derler demir tavında. Bak ben de misafirin olacam, helva sevdiğimi biliyon, ona göre ha!

-Yapmam mı?

-İçine fıstık da atcan mı?

-Üstüne tarçın da serperim, feda olsun sana…

-Zaten hiç kimse senin gibi beceremiyo.

-Ben su yerine süt katıyorum da ondan. Peki senin araba işi n’olcek bu durumda.

-Ya boşver yemişim arabasını, enişteninkine çökeriz işimiz çıktıkça.

-Ay sen o külüstüre biner min?

-Şimdi moda onlar kızım, sen benim apaçi olduğumu unutuyon galiba.

O gün de nasıl ürün var. Traktör kasası lebalep, mahsul yıkılıyor, ele ki bitsin sabaha.

-Git kız yat, ben bunları hallederim evelallah! Üstündekiler de eğreti, donacaksın bu ayazda.

-Yo valla olmaz, bak ağzımdan yemin çıktı. Beni kefaretle uğraştırma.

Kulağımız elek takırtısına alışmış, artık duymasak uyku tutmuyor. Camdan baktım, ablam didiniyor kirli ampulün sarı ışığında.

Dalmışım ambulans ciyaklamasına uyandım, bağırış, çağırış, koşuşturmaca.

İndim, kızcağızın yüzü kireç gibi, öölece yatıyor avluda. Anam şokta, ağlamak bile gelmiyor aklına.

Hükûmet tabibi nabzını yokladı, “yapacak bir şey yok” gibilerden ellerini açtı iki yana. 

Meğer yine kablo mu oynamış ne, elek elektrik alınca…

İyi ki inmiş, gönlünü almışım. Yoksa var ya, hayatım boyunca.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.