Ya katilsin ya maktul: DÜELLO

A -
A +

Biz düelloyu çizgi romanlardan biliriz. Kovboyumuz kulakları düşmüş bir at ile yorgun argın Silver Star kasabasına gelir, barmene ince bir sesle seslenir: “Bana bi limonata!”
“Toch!  Toch! Toch!” O da ne? Elindeki mühürlü kâğıdı kabzayla çakar tahtaya.

-Evet beyler, yeni şerifiniz seçilinceye kadar ben bakacağım makama. Adım John Smith, işte tayin emri burada. 

Kirli urbalı gringolar yabancıyı alaya alır, belindeki  koca tabancaya bakar, neşeden kırılırlar. Kah kah kahkaha!.

- Ay gülmekten tıkanacağım, şerif ha!

- Asayişi nasıl sağlayacakmış acaba?

Birden saloon’un çift kanatlı kapısı açılır, zemini irice bir gölge kaplar. Bir iki üç tıp. Herkes susar, ayak altındakiler çekilir kenara. Yüzü bıçak izleri ile dolu haydut, ahşap zemini titreterek yürür, tayin yazısını cart cart yırtar.

- Ufaklık sana bir dakika mühlet! Şimdi alıyorsun çantanı ve derhâl toz oluyorsun buradan. Namımı duymuş olmalısın, burada Lopez Martinez Gonzalez derler bana.

Ya katilsin ya maktul: DÜELLO

HEY AMİGO
Şerif “Hayır bayım” der, “bir yere gitmiyor, teessüf ediyorum ayrıca!”

- Vayy bana hakaret ha? Duydunuz di mi? Artık bunu düello paklar!

- Tamam buyurun o zaman.

Dışarı çıkar, mesafe alırlar. Atlar huysuzlanır, kargalar uçar, tavuklar gıdaklayarak kaçışırlar. Çaylak şerif korkmuş görünmez, limonatası ile meşguldür o sıra. Bu arada sırnaşık mezarcı gelip ölçüsünü alır, tabut hakkında tercihini sorar arsızca.

Lopez Martinez bugüne kadar hiç kaybetmemiştir, onlarca leşi vardır, her biri için bi’ çentik atmıştır sundurmaya. Bir cızık daha çeker, netice malum nasıl olsa.
Delikanlı, başlayın işareti verildiğinde mitralyöz gibi takırdar, rakibinin elinden tabancayı uçurmakla kalmaz. Gözüne ayna tutan, tüfekle bacanın ardına saklanan, yokuştan varil yuvarlayan çakalların şapkalarında delikler açar.  

Şerif ofisine doğru yürürken silahının namlusuna üfler: “Uslu durun çocuklar!”

Ya katilsin ya maktul: DÜELLO

BATI BATIL BATAK...
Montesquieu’ye göre düello bir Germen âdetidir. Burgond Kralı Gondebaud’dan kalma.

Bakın şu işe ki, Kilise de düellodan yanadır. Papazlar halkı “haklının kazanacağına” inandırırlar. Hâkimler delil toplamak yerine tarafları tokuşturur. Dava uzayınca “Amaan düello yapın gitsin” derler, “bizi uğraştırma!” 

Biri vurur, şan kazanır, öbürünün hanımı dul, çocukları yetim kalır.  Vurulan sadece canını ve şerefini kaybetmez, malı mülkü de geçer hasmına. Hani “Bir koy, hepsini al” diye bir fırıldak vardı ya.

Düello aslı İtalyanca olsa da Fransa’da zemin bulur. Bir ara iyice çivisi çıkar, ottan çöpten bahanelerle sarılırlar silaha.

16. yy. İspanya’sında asillerin dörtte biri 20 yaşını doldurmadan mezara.

Peki bunu ticarete dökmek isteyen çıkmaz mı? Dur gidip şuna meydan okuyayım, servetine çöküp, vaziyeti doğrultayım.

Yok öyle bedava, amele patrona, maraba ağasına kafa tutamaz. Hem ayak takımının şerefi kimin umurunda?

Diyelim adam vuruldu ama ölmedi, bu onun suçluluğuna dalalet eder, bir de şahitler vurur, pişman ederler doğduğuna.

Düelloya davet edilen katılmak mecburiyetindedir, orada barınamaz yoksa. Ancak ruhban sınıfı, kadınlar, sakatlar müstesna.

İsterlerse yerlerine bir silahşor tutup yollayabilirler, şimdi o düşünsün kolaysa. 

KATIR MI SATIR MI?
Düello silahı tarafların mutabakatıyla seçilir, önceleri ok, kılıçtır, sonraları gürz, kalkan, balta... Ateşli silahların keşfi ile varsa yoksa tabanca.

Süvariler tabii ki zırhlı atlarla çıkar, mızraklarla vuruşurlar. 

Düelloya davetin icapları vardır. Hasmı kalabalık bir yerde (tercihen dostları arasında) sıkıştırmalı, elinizdeki mendili müstehzi bir ifadeyle sallamalısınız sıfatına. Mendiliniz yoksa peçete ve eldiven de olur ama muaşeretten nakıs puan yazarlar.

Vay bana hakaret ha! Hiçbir soylu bu tahrike dayanamaz. Ulu büyük dedelerinin şerefini çiğnetmeyecek, gününü gösterecektir sana... Ertesi gün şafak vakti belirlenen alanda buluşursunuz. Şahitler silahları gözden geçirir, sahayı ölçer biçer, kazık çakarlar. Asil biri (dük, kont, bazen bizzat kral ya da çar) hakemlik yapar. Önce sırt sırta verip yürürsünüz, mesafe hakaretin büyüklüğü ile ters orantılıdır, üç adım da olabilir, otuz adım da.

Dönünce zımbalarsınız, ıskalarsanız çok fena. Çünkü sadece bir kurşun vardır namluda. Hasmınız hain hain gülerek gelir ve delik açar kaşların arasına.

Fransızlar takım tutar gibi adam tutar, üstüne bahis oynarlar hatta.  Sonraları yasaklanır, ancak subaylara bir hak tanınır. Tabii üstlerinden izin almak kaydı şartıyla.

Bilinen son düello Marsilya Belediye Başkanı Gaston Defferre ile (Yılmaz Güney’i himaye etmişti) parlamenter René Ribière arasında yapılır (1967). Dışişleri Bakanı Jean de Lipkowskiin hakem olur. Gaston, René’yi kolundan yaralayınca düdüğünü çalar. “Tamam beyler bu kadar!”  

RUSYA GİRDAPTA
Ruslar, Fransız hayranıdır. Körü körüne taklit eder, düelloya da sarılırlar.

Çar Petro yeni ceza kanunu ile (1716) düellocuları (ve hakemi de) ipe yollar, mallarına el koyar. İyi de Rus ruleti yayılır bu defa.  

Kurallar zamanla gevşer, nadiren Sibirya’ya sürer, para cezası ile savarlar.

1765 yılında 20 kadın düelloya çıkar, hakemliklerini bizzat İmparatoriçe II. Yekaterina yapar.

Çar 1. Pavel ise Avrupa krallarını düelloya davet eder. Muhatap alınmaz o başka. 

Derken iş ayağa düşer, bir balerin için en gözde subaylar birbirini kırar.

Vladimir Novosiltsev Tğm. Konstantin’in kız kardeşi ile evlenmekten vazgeçince bunu silah paklar (1825). 

I. Nikolay düelloyu tekrar suç sayar, katılanları yıllarca içeri tıkar.

Buna rağmen Lev Tolstoy’un amcası Fyodor, Puşkin’i vuruşmaya çağırır (1826). Puşkin Moskova’da değildir, icabet edemez çağrıya. Lakin d’Anthès adlı bir Fransız’la yaptığı müsabakadan sağ çıkamaz. Henüz çok gençtir (38), hayatının baharında.

Ünlü edip Lermantov (28) ise silahına bile dokunamaz. Hasmı (Kralcı bir Fransız subayıdır) hızlı davranır, acımadan sıkar.
Turgenyev ve Tolstoy da kozlarını paylaşmak üzere anlaşırlar, mâniler girer araya.

Bizim medeniyetimizde düello olmaz
Bizim kültürümüzde boğazlaşma yoktur, mevzu kadıya arz edilir, hüküm ne çıkarsa. Can yakanın canı yanar.  Sadece iki ordu savaşa tutuşmadan evvel mahir muharipler çıkar, vuruşurlar. Yenen cengâver, cesaret verir arkadaşlarına.

Meşrutiyet ile ayarlarımız bozulur. Paris’te bulunan Rıza Nur ile Şerif Paşa düello kararı alır mesela.

CHP Bursa Mebusu Emin Erkul, muhaliflerce tartaklanınca TBMM’e kanun teklifi sunar: Onuru zedelenen vatandaşlara düello hakkı verilmesi hususunda…

Ciddiye alınmaz. Reddedilir ittifakla.

Osmanlının Washington Büyükelçisi Ahmet Rüstem Millî Mücadele’ye katılan bir gönüllüdür. Çankaya Köşkü’nde verilen ziyafette M. Kemal “Sigaranı sonra iç” diye ikaz edince, darılır kırılır, Paşa’yı düelloya çağırır hatta.

Olmayacak iş, gazını alırlar oracıkta.

Bir ara Yahya Kemal’in, Yakup Kadri ve Falih Rıfkı’yı düelloya davet ettiği anlatılır. Eskiden ne mümkün. Ama mütareke yıllarıdır… İstanbul işgal altında.

İleri gazetesi sahibi Celâl Nuri ile Peyam-Sabah başyazarı Ali Kemal arasında süregiden söz düellosu da alevlenir, “Al silahını gel”e döner sonunda.

Tahsilini Fransız mekteplerinde yapan ve Paris’te yaşayan Cemil Münir, bir mevzudan ötürü Mehmet Ali Bey’i düelloya çağırır. Muhatabı “İşin mi yok” der işine bakar. Cemil Münir “Namuslu adamlar nezdinde iadeiitibar edebilmeniz bu düelloya bağlı” diye yırtınsa da kulak asmaz.

Yıl1886... René Vigier adlı bir Frenk “İstanbul’da bir Parisli (Un Parisien a Constantinople) adlı kitap yazar. Hakaretler yağdırır milletimize, bayrağımıza, ordumuza. O sıralar Paris’te askerî ateşe olan Bnb. İzzet (Keçecizade Fuad Paşa’nın torunudur) azası olduğu jockey club aracılığı ile adama ulaşır, yağar gürler, bayağı bi’ boyar. 

René Vigier usta bir eskrimcidir, artık bunu düello paklar. Fuat Bey’in gelmeyeceğini sanır ama öyle olmaz, aslanlar gibi çıkar karşısına.

Vigier atletik bir gençtir, nitekim bir boşluk bulur, hamlesini yapar. Fuat Bey savuşturmakla kalmaz, şişi hasmının bileğine saplar. “Ahhhh!”

Vigier zikrolunan kitabı yayından çeker ve Türklerden özür diler kibarca.

Hah şöyle hizaya!

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.