Türkiye yol ayrımında...

A -
A +

9 Mayıs "Avrupa Günü" münasebetiyle, Türkiye'nin AB ile bütünleşmesi noktasında önemli tesbitler yapıldı. bize göre ANAP lideri Yılmaz'ın konuşması, muhteva yönünden en dolgun ve tutarlı açıklamalardan biri oldu. Hatta denilebilir ki, bu konuşma Yılmaz'ın siyasi hayatındaki en önemli beyanatlarından biri oldu. "Artık gafletten uyanmanın zamanı gelmiştir..." diyerek, Türkiye'nin kırk yıllık Avrupa Birliği macerasında yapılan yanlışlıkları, ihmal ve kayıtsızlık sonucu yahut kasten kaçırılan fırsatları çok iyi özetledi. Daha da önemlisi gelinen noktada bazı çevrelerin, AB ile entegrasyon için yürütülen faaliyetlerin rafa kaldırılması için çalıştıklarını ifşa etti. Her zamanki tutumu ile, "bu çevreleri" tarif etmekten kaçınan Mesut Yılmaz yine de şu önemli vurgulamaları yaptı; "AB'ye tam üyelik çalışmalarının rafa kalkmasını isteyenler, toplumun kendi çizdikleri sınırların dışına çıkmasından korktukları için böyle hareket ediyorlar. Bunlar, düşünce, inanç ve yaşayışta farklılık ve renkliliğe tahammül edemiyorlar..." Gerçekten doğru tesbitler bunlar. Ve idare-i maslahat için, AB'den yana imiş gibi görünen malum çevreler esasen AB projesine sekte vurmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Zira, Türkiye'ye tam demokrasi ve refahın gelmesi bu çevrelerin hiç de işine gelmiyor. Avantaj ve kontrol mekanizmalarının ellerinden çıkmasından endişe ediyorlar. Yılmaz'ın şu hatırlatmalarına da katılmamak mümkün değil; "AB ile bütünleşmeye karşı olanlar bu tavırlarını açık ve net olarak ortaya koymalıdır. Zira artık ortada durup her iki tarafı birden idare etmenin imkanı kalmamıştır!" Evet, kırk küsur seneden beri Avrupa Birliği'ne girmek için türlü fedakârlıklara katlanan, ama birçok fırsatı da iç veya dış faktörlerden dolayı kaçıran Türkiye, eğer bu defa da akıllı hareket etmezse, son treni dahi kaçırmak üzeredir. Bu fırsat için artık yıllar değil, aylar söz konusudur. Yani vakit dolmak üzere... Ancak, "Avrupa Günü"ndeki havaya baktığımızda durumun pek de iç açıcı olmadığını gördük. İktidar ortakları arasında, ANAP hariç öyle pek de bir gayret sezilmiyor. DSP kanadı Ecevit'in protokol gereği açıklamasıyla iktifa etti. MHP'den ise -eğer biz kaçırmadıysak- herhangi bir ses duyulmadı. Sivil kuruluşlar da aynı görüntüde idi, TÜSİAD dışında dişe dokunur bir faaliyet veya buna matuf bir gayret ne yazık ki, görülmedi. Demek ki, hâlâ daha yetkililerimiz ve topyekûn olarak toplum, işin ciddiyetini tam manasıyla kavramış değil. Burada iki ihtimal var; Birincisi "AB'ye girmesek de olur... Kendimizi buna mecburmuş gibi göstermeyelim..." şeklindeki hamaset ve şark kurnazlığıdır. İkincisi de "Türkiye önemli ülkedir. AB bize muhtaçtır. Nasıl olsa bir gün bizi almak zorunda..." gibi ham hayal ve kolaycılıktır. Zaten kırk yıllık maceraya rağmen hâlâ daha eşikte bekletilmemizin sebebi de işte bu gevşeklik, kolaycılık ve hayalciliktir. Bu maceranın hüsranla bitmemesi için artık gerekli ciddiyeti göstermenin son demleridir. Yoksa Yılmaz'ın da ifade ettiği gibi, "çok değil, sekiz ay sonra ağlamanın bir faydası olmayacaktır." Yani Türkiye, bulunduğu yol ayrımında vereceği kararın son derece hayati olacağını, bu kararın sonucunda ya demokratik ve müreffeh bir ülke olarak birinci lige çıkacağını veya üçüncü dünya ülkesi olma tehlikesi ile yüzyüze geleceğini unutmamalıdır.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.