Kim geriyor, kim gevşetiyor?..

A -
A +

Bugün Hükümet programı üzerine bir şey yazmayacağım. Çünkü henüz, programdaki ifadeler hep gelecek zaman sıygasında, yani, "Yapacağız, edeceğiz, çözeceğiz, düzelteceğiz..." mertebesinde. Nasıl olsa bu konuda yazıp çizmeye vaktimiz olacak. Hele bir hükümet güvenoyu alıp resmen işe başlasın... İzin verirseniz bugün, bir türlü gündemden düşürülmek istenmeyen "GERME ve GERİLME" hakkındaki düşüncelerimi aktarmak istiyorum. Çünkü bir gerginlik lafı tutturulmuş gidiyor... Aman ortalığı germeyelim, aman gerginlik olmasın vs. İyi güzel de kim geriyor, kim gevşetiyor? Germenin ölçüsü nedir? Bu ölçüyü koyan kim, hangi merci? Bu ölçüyü koyma yetkisini nereden alıyor? Bunlar hep ince ince sorgulanması gereken hususlar. Birileri iftardan sonra akşam namazını kılmış... Haydaaa! Al sana gerginlik. Mi acaba? Oruç tutan namaz kılmayacak mı? Namaz kılmak kimi, niçin gersin? Hani kimsenin ibadetine karışılmıyordu? Bir taraftan sana namaz kılma diyen mi var, tarzında özgürlükçü görüneceksiniz, diğer taraftan namaz kılanları istiskal edeceksiniz... Yani lahana, turşu meselesi. Peki işin doğrusu ne? İşin doğrusu hak ve özgürlükler konusunda samimi olmak ve çifte standartlı davranmamak. Bir de dünyanın gidişatını iyi takip etmek. Öyle ya, bir taraftan çağdaş uygarlık seviyesinin üzerine çıkmaktan bahsedeceksiniz, öbür taraftan artık modası büsbütün geçmiş olan otoriter ve totaliter rejimleri çağrıştıran görüş ve düşünceleri empoze etmeye kalkışacaksınız. Bunlar taban tabana zıt ve yüzde yüz çelişkili davranışlar. Yani bu konuda kimse kendisini peşinen hata ve sorumluluklardan ari kılamaz. Aba altından sopa gösterilerek de bir yere varılamaz. Burada normal olan hukukun üstünlüğüne riayet etmek, hak ve özgürlüklere gerçekten saygılı olmaktır. Lafla değil. Başkasını gözünün üstünde kaşın var diye suçlamaya başladınız mı, toplumsal uzlaşmayı sağlamanız mümkün değildir? O halde germe ve gerilme kıstaslarını artık yerli yerine oturtalım... Oturtalım ki, artık lüzumsuz tartışmalara da son verebilelim. Bu konuda özellikle bu dönemde hukukçulara ve sosyologlara büyük görevler düşüyor... "Kamusal alan" kavramının içinde neler var? Sayın Cumhurbaşkanı yepyeni bir kavram attı ortaya; "Kamusal alan..." Bu kavramın hukuktaki tanımı nedir? Kriterleri nedir? Sınırları nereden başlayıp nerede biter? Bunların hepsi izaha muhtaç. Kamu hizmeti yapan ile kamu hizmetinden yararlananlar hep birlikte kamusal alanda mı telakki edilecek? Dün bir meslektaşımız yazmıştı; Mesela, Başbakan Abdullah Gül'ün hanımı, kocasını başbakanlık binasında ziyaret edemeyecek midir? Bu arada Sayın Cumhurbaşkanı türban meselesinin Anayasa Mahkemesi kararları ile sonuca bağlandığını belirterek bu konuda artık hukuki düzenleme yapılamayacağını da belirtti. Eğer durum gerçekten böyle ise, şu sorunun cevabını yeniden aramak gerekiyor; Anayasa mahkemesinin görevi bizzat hukuk kuralı koymak mıdır? Yoksa kanunların anayasaya uygunluğunu denetlemek midir? Yahut şöyle soralım; Anayasa makhemesi vazıı kanun olabilir mi? Yani bir yargı organı olmakla beraber yasama organı gibi hareket edebilir mi? Böyle bir şey yetki gasbı olmaz mı? Böyle bir durumda, anayasayı değiştirme yetkisine de sahip olan, yasama organının, yani Meclis'in görev ve yetkisi nerede başlayıp nerede bitiyor? Millet egemenliğinin tecelli yeri olan parlamento, Anayasa Mahkemesi'nin vesayeti altında mıdır? Bu konunun enine boyuna tartışılması gerekiyor. Yani kuvvetler ayrılığı prensibinin tanımı konusunda netliğe ihtiyaç var. Çünkü 70'li yıllarda Süleyman Demirel hep şundan şikâyet ediyordu; "İCRANIN ÜSTÜNE ÇIKMIŞ BİR DANIŞTAY, MECLİS'İN ÜSTÜNE ÇIKMIŞ BİR ANAYASA MAHKEMESİ..." Acaba yine o devirlere dönme tehlikesi mi var? Hukuk tahsili yapmış bir kişi olarak merak ediyorum doğrusu!

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.