Ne Kıbrıs, ne Yunanistan... Fransa ve ille de Almanya!

A -
A +

Endişe ile karışık ümitle beklenen gün gelip çattı... Kopenhag zirvesine 72 saat kaldı! Zirve öncesindeki bazı açıklamalar üzerine, (Fransa Cumhurbaşkanı'nın Alman Şansölyesi ile yaptığı görüşme sonrasında, 2005 yılına randevu vermeye kalkışması vs...) endişeler yerini korku ve ümitsizliğe bırakır gibi oldu... Acaba 43 yıllık serüvenin sonu nereye varacak? Üyeliği bekleye duralım, tarih almak bir başka sonbahara mı kalacak? 2005 derken Türkiye'nin AB'ye girişi bir anda 2015'e mi atılmak isteniyor? 2010'dan evvel bir entegrasyon pek mümkün görünmediğine göre, yoksa en iyimser tarih 2012 mi olacak? Bu kabil sinir bozucu soruların cevabı şu sıralarda zihinleri en fazla meşgul eden şeyler. 1970'li yılların ortasıydı sanırım, Sayın Mustafa Necati Özfatura'ya bir okuyucusu mektup göndermişti. Konusu yine Avrupalı olmaya dairdi. Saygıdeğer vatandaş özetle şöyle diyordu; "41 milyon vatandaşımızı (O vakitler nüfusumuz 41 milyondu.) Trakya sınırına dizsek ve hep birlikte koro halinde biz Avrupalıyız diye bağırsak, bizi yine de Avrupalı veya Batılı kabul etmezler!.." Haksız mı? O gün 41, bugün yetmiş milyon civarında olan halkımızın yüzde 64 ila 74'ü (farklı anket sonuçlarına göre) Avrupa Birliğine girmek için sabırsızlanıyor. Ama AB'nin çekirdeğini teşkil eden Almanya ve Fransa, kapıları bize kapalı tutmak için her şeyi yapıyor. Yıllarca Yunanistan'ı kalkan gibi kullanarak önümüze duvar ören Alman Hıristiyan Demokrat Partisi iktidardan düştükten sonra da aynı sazı çalıyor ve "Türkiye için üyelik dışında özel statü" gibi bir ucubeyi savunuyor. Sosyal Demokratların da onlardan geri kalır yanı yok... Siz dersinize çalışmaya, yani Kopenhag kriterlerini yerine getirmeye devam edin diyorlar. Üyelik şurda kalsın tarih için bile daha erken diyorlar! Baksanıza, İngiliz Dışişleri Bakanı Jack Straw bile "iki yüzlülük yapmayalım" derken, İngiliz The Guardian gazetesi "Türkiye ile ayrılamayız..." diye yazarken, Allegemaine Zeitung gazetesi, "Türkiye'nin üyeliği Avrupa'nın Birliğini sulandırır..." yorumunda bulunuyor. Fransa ve bilhassa Almanya, açıkça çifte standart uyguluyorlar. Estonya Letonya, Litvanya, Slovakya ve Romanya'dan istemediği şeyleri, 43 yıldan beri her fedakarlığa katlanan Türkiye'den istiyorlar. Aslında biz ne kadar görmezlikten gelirsek gelelim, fanatiklerin bakış açısı belli!... İşte Avrupa Konvansiyonu Başkanı ve Fransa eski Devlet Başkanı Giscard d'Estaing'in daha dumanı tüten hezeyanları; "Türkiye'nin Avrupa Birliği'nde yeri yok!.." Niye? Çünkü böylelerine göre, AB bir Hıristiyan kulübüdür de ondan... Peki ne olacak? Bir kere "tarih için tarih" olmayacak, olmamalıdır. Türkiye, bütün kozlarını kullanarak Kopenhag'da kesin bir tarih almalıdır, alabilmelidir. Zira 2004'ün Mayıs'ından sonra AB'nin üye sayısı 15'ten 25'e çıktığında, müzakere tarihi almak bugünkünden kat kat daha zor olacak! Onun için Türkiye, Kıbrıs'ı da, Avrupa Güvenliği ve Savunma Politikasını (AGSP) da, hatta Irak meselesini de kullanarak, (ABD'yi daha çok devreye sokarak) bu kesin müzakere tarihini koparmalıdır. Fransa ve Almanya'nın ikiyüzlülüğü; İtalya, İspanya, Yunanistan, İngiltere ve Amerika ile bertaraf edilmelidir. Bunun için ortam her zamankinden daha elverişlidir.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.