Bağımsız yargı, bağlantısız yargıç!..

A -
A +

Pazar gününden bu yana İstanbul yargı çevresinde yaşanan bazı olaylar, tek kelime ile "sözün bittiği yer"de bulunduğumuzu gösteriyor. Durum vahim!

Anayasa Mahkemesinin 53. Kuruluş Yıldönümü dolayısıyla, dün yapılan törende bir konuşma yapan Başkan Prof. Dr. Zühtü Arslan, şu önemli hatırlatmayı yaptı: "Yargının siyasallaşması hukuk devletinin sonu olur. Siyasetin yargısallaşması ise demokrasinin sonu olur..." Şüphesiz yargının siyasallaşmasını önleyecek olanlar da, fikri ve vicdanı hür hâkimlerdir değil mi? Bu yüzdendir ki, Başkan Zühtü Arslan şu vurguyu da yapma ihtiyacı duydu: "Aklını ve vicdanını başkalarına kiralayan ve iradesine ipotek konmasına izin veren kişiden hâkim olmaz. Hukuk devletinde, uzaktan kumandalı yargı da yargıç da düşünülemez..." Evet, işin esası bu! Lakin gündemdeki hadise ile ilgili olarak, ortaya çıkan birtakım bilgi ve belgeler, yargıya uzaktan kumanda etmeye yönelik tavır ve teşebbüslerin mevcudiyetini açıkça ortaya koyuyor. Sosyal medyada, bu türden yasa dışı eylemleri kamufle etmeye dönük kampanyaların gırla gitmesi, acı gerçekleri değiştirmiyor. Onlar ne kadar toz kaldırırlarsa kaldırsın, Yargıya çöreklenmiş "Paralel Yapının" varlığını sürdürmek için, canhıraş çalıştığı ve icabında çılgınca hamleler yapmaktan da geri durmadığı ortada...
Öyle olmasa, iki tane çok tecrübeli (Her ikisi de daha önce ağır ceza mahkemelerinde görev almış, hatta birisi başkanlık da yapmış) yargıç, yetki ve görevleri olmayan bir konuda; tamamen hukuk dışı, tabir yerinde ise korsan bir yöntemle, kararlar alıp uygulama çabasına girişebilir mi?..  Hukukta yetki ve görev alanı, en temel bir meseledir. Hiçbir hâkim ve mahkeme görev alanına girmeyen davalara bakamayacağı gibi, yetkisiz olarak verilen kararlar da yok hükmündedir. Bu temel hükmü, daha birinci sınıfta iken Hukuk Fakültesi öğrencilerine öğretiyorlar. Ceza Muhakemesi Kanunu, 101. ve 103. Md. soruşturma evresinde savcılıktan gelecek tutuklama ve tahliye talebiyle ilgili kararın, sulh ceza hâkimi tarafından verileceğini açıkça ifade ediyor. Ayrıca 2014 yılında yürürlüğe giren 6545 sayılı kanunla getirilen değişiklik hükmü, soruşturma safhasında tutukluluk haline itirazın, o yargı çevresinde bulunan diğer sulh ceza hâkimliğine yapılacağını düzenliyor. (Daha önce bu itiraz asliye ceza hâkimlerine yapılıyordu. Fakat değişiklikle birlikte, bu yetki asliye ceza hâkimlerinden alındı.)
Hâl böyle iken, İst. 29. Asliye Ceza Hâkimi Metin Özçelik, sanık vekillerinin redd-i hâkim taleplerini topluca kabul etmiş. (Oysa bu talebin yine reddedilen hâkimin mensubu olduğu yere, yani sulh ceza hâkimliğine yapılması gerekir veya zabıt kâtipliğine bu konuda bir tutanak tutulması için başvuruda bulunması suretiyle yapılabilir.)  Ayrıca, dosyalarını dahi görmeden 75 sanığın tahliyesine karar vermiş ve bu kararın uygulamasının 32. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından yapılmasını talep etmiştir. 32. Asliye Ceza Hâkimi Mustafa Başer de, tahliye kararlarını UYAP sistemine kaydetmeden, telefonunu ve oda kapısını kapatarak (Bu nasıl çalışma yöntemi ise ve kimlerden ne saklanıyorsa...) bilgisayar çıktılarını alarak tek tek sanık avukatlarına tebliğ etmeye ve bilahare savcılık kanalıyla bu kararların infazının yapılmasını sağlamaya çalışmış... Hikâyenin vahametini görebiliyor musunuz?! Tabii iş yürümedi. Bildiğimiz gelişmeler yaşandı ve son olarak adı geçen iki yargıç, HSYK tarafından geçici olarak görevden el çektirildi.
Bakalım bu müthiş olaylar zincirinin daha ne gibi halkaları ortaya çıkacak... Özetlersek, hakikaten sözün bittiği yerdeyiz. Yargı sisteminin nasıl bir tasallut altında olduğunu anlamak için başka şeye hacet yok!

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.