27 Mayıs'tan 55 Yıl sonra...

A -
A +

27 Mayıs 1960 Darbesinin üzerinden tam elli beş yıl geçti. Ancak Darbenin siyasi rejimde açtığı derin yaralar bir türlü kapanmadı!..

Askeri darbelerin, muhtıraların ve ülke yönetimine demokrasi dışı her türlü görünür – görünmez müdahalelerin; kesin olarak geride kaldığına, hakikaten tarihe mal olduğuna, gelecekte de hiçbir şekilde önümüze çıkmayacağına inanıyoruz... Son yarım asır içinde, 27 Mayıs'ı, 12 Mart'ı, 12 Eylül'ü, 27 Şubat'ı, 27 Nisan'ı ve Ergenekon parantezinde; Sarıkız, Eldiven, Yakamoz, Balyoz vb. bilumum teşebbüs safhasında kalmış darbe hazırlıklarını yaşayan bir ülkede; bu noktaya gelmek, elbette ki hiç kolay olmadı. Ama hamdolsun artık her sabah kalktığımızda, gazetelerin manşetlerinde, genelkurmayın ışıklarının gece geç saatlerde yanıp yanmadığına dair, tuhaf haberlerini görmüyoruz ve aramıyoruz!.. Gerçi hâlâ kafası karışık ve hâlâ demokrasi ve hukukun üstünlüğünün dışında, despotça, "Kodu mu oturtan..." yönetim biçimlerini özleyen ve bekleyen bedbahtlar yok değil, lakin bunların soyu kelaynak kuşları misali artık tükenmeye yüz tuttuğundan, ehemmiyetleri filan kalmadı.
Demokrasi ve sivil yönetime ilk darbe olan 27 Mayıs'ın üzerinden, tam elli beş sene geçti. Ne yazık ki, geçen bu uzun senelere rağmen, 27 Mayıs ve sonrasındaki darbe ve muhtıraların, siyasi bünyede açtığı derin yaralar hâlâ kapanmış değil. Zira 1961 Anayasası ile getirilen ve milli iradeyi öteleyen vesayet düzeni, 1971 ara rejiminde yapılan değişiklikler ve daha sonra 1982 Anayasası ile aynı istikamette revize edildi. 28 Şubat süreci denilen "post –modern darbe" ile de, 1971 benzeri ve fakat daha kalıcı ve derin bir vesayet tahkimatı yapılmaya çalışıldı. Şayet 27 Nisan 2007'deki teşebbüs, AK Parti iktidarının gösterdiği sağlam duruşa ve akabinde halk iradesinin kale duvarına çarpmasaydı, şimdilerde bambaşka şeyler konuşuyor olabilirdik... Bugün evrensel özgürlük ve demokrasi ilkelerinin geçerli olduğu, halkın iradesinin iktidarları belirlediği ve denetlediği, hukuksuzluk ve zorbalıklara kapıların kapalı tutulduğu çağdaş bir yönetim düzenini oturtmak için çabalıyoruz. İşte on bir gün sonra, vatandaşlarımız sandık başına giderek önümüzdeki dört yıl için, ülkenin kim tarafından idare edileceğini tespit edecek.
Şayet 7 Haziran'da seçim sandıklarından, yeni bir anayasa yapabilecek bir parlamento aritmetiği çıkarsa, ülkenin siyasi sisteminin maruz kaldığı vesayet mekanizmalarının bütün tortularıyla birlikte, bertaraf edilme fırsatı da doğabilir. Esasen bu demokratik hamle ve dönüşümün, yalnızca iktidar ve bir parti marifetiyle değil, büyük bir siyasi olgunluk ve uzlaşma içinde, bütün partilerin iştirakiyle gerçekleşmesi arzu edilir. Hâlihazırdaki siyasi atmosfere bakıldığında, böyle bir düşünce hayli ütopik kalıyor. Bunun tabii ki farkındayım. Lakin Türkiye'nin, çok partili siyasi rejim formatıyla, geride bıraktığı altmış beş yıl ve bu zaman zarfında yaşanan çok yakıcı tecrübelerin, maruz kalınan acı faturaların bize yeterince ders olmuş olması gerekir, değil mi?..  20. asrın ilk yarısını Birinci Dünya Savaşı öncesinde ve sırasında yapılan yanlışlıkların bir bedeli olarak, ikinci yarısını da yukarıda saydığımız darbe ve iç siyasi çekişmelerin sonucunda kaybetmiş Türk Milleti, herhalde bütün bunlardan bir ibret almıştır diye düşünüyorum.

Eğer millet olarak ibret aldığımızı ortaya koyarsak, bu memleket için canını veren Şehit Adnan Menderes ve arkadaşlarının da ruhu şad olacaktır. Bu, onlara minnet borcumuzdur!

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.