Kore Yarımadası’nın Neron’u KİM?

A -
A +
Kuzey Kore’nin başındaki tuhaf görünümlü Kim Jong – Un’un dedesi, Kim İl Sung, 67 sene önce, güya iki Kore’yi birleştirmek için yarımadayı tam anlamıyla ateşe vermişti. Aynı şey tekerrür eder mi?
 
Çeyrek asırlık nükleer silah programı macerasında, Kuzey Kore yepyeni bir merhaleye gelmiş bulunuyor… Hidrojen bombası olduğunu iddia ettiği, önceki gün gerçekleştirilen altıncı büyük deneme (6,3 şiddetinde depreme yol açtı…) ile dünyayı bir kere daha derin endişe ve korkuya sevk eden Kuzey Kore, yıllardır ağır ekonomik ambargonun pençesinde kıvranmasına rağmen, çılgın politikalarından vazgeçmiyor! Kuzey Kore’nin başındaki tuhaf görünümlü Kim Jong –Un’un, tam olarak ne yapmak istediği de bilinmiyor… Dedesi Kim İl Sung, 1950’de güya iki Kore’yi birleştirmek için Güney’e saldırmış ve dünyayı ayağa kaldırmıştı. İl Sung, Kore dilinde “güneşi idrak etme” manasına geliyormuş. Lâkin öyle anlaşılıyor ki, üç kuşaktır Kuzey Kore’nin başına bela kesilen bu ailenin, idrak kabiliyeti (Baba Kim Jong – İl tam bir kaçıktı!..) pek az!.. Kuzey Kore halkının önemli bir kısmı açlık ve sefalet içinde… Gelgelelim komünist dikta rejimi, halkın gıdasından keserek nükleer silah yapmaya çalışıyor. Bu alanda epey mesafe katettiği de meydanda. Ancak bundan sonrası için kimse neler olabileceğini öngöremiyor. İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Amerikan cephesine karşı Çin’in desteğini arkasına alan dede Kim İl Sung (1947’den 1994’e kadar ülkeyi demir yumrukla yönetti.), Kore harbini başlatınca 3. Dünya harbine de ramak kalmıştı…
Nitekim Kore Harbinde, Amerikan ve Birleşmiş Milletler Kuvvetleri Başkomutanı General MacArthur; Kuzey Kore’yi destekleyen Çin faktörünü ve onun müstakbel hedeflerini askerî açıdan değerlendirip, savaşın 38. Paralelin üzerinde taşınması gerektiğini söyleyince dananın kuyruğu koptu… ABD Başkanı Harry Truman (Demokrat) bir gece yarısı, Beyaz Saray muhabirlerinin eline tutuşturulan şu yazılı açıklamayı yaptı: “Büyük bir üzüntüyle şunu tespit etmiş bulunuyorum ki, Org. Douglas MacArthur, ABD Hükûmeti ve Birleşmiş Milletler tarafından belirlenen politika ilkelerini kayıtsız şartsız desteklemesi gerektiğini kabul etmemektedir… Bu sebeple, General MacArthur’u görevden aldım ve yerine Gen. Matthew Ridgeway’ı tayin ettim.” Bu karar üzerine Beyaz Saray, kelimenin tam manasıyla bir protesto telgrafları fırtınasına tutulacaktır. Ama karar verilmiştir bir kere… General MacArthur’un ABD halkı nezdinde popülaritesi o kadar yüksekti ki, ülke topraklarına ayak bastığı andan itibaren milyonlarca kişinin (Sadece New York’ta 6 – 7 milyon insan karşılamış…) sevgi gösterisine mazhar oldu. Belki de tarihin gördüğü en büyük konfeti yağmuruna tutuldu. Konfeti bulamayanlar, balkonlardan üzerine kâğıt parçaları atıyordu… Kamuoyu yoklamalarına göre, her beş Amerikalıdan dördü, Truman’a karşı, MacArthur’un yanında yer alıyordu. Öyle ki, ABD tarihinde o güne dek görülmeyen bir şey oluyor ve emekli General Kongre’ye hitap ediyor ve orada şu tarihî sözü söylüyordu; “Eski askerler asla ölmezler, sadece gözden kaybolurlar…” Bu konuşmadan sonra, şöhretli general gerçekten de gözlerden kaybolup köşesine çekilecektir. Amerikan halkı, MacArthur’a olan sevgisini fazlasıyla izhar eder, lâkin dönemin ABD Genelkurmay Başkanı General Omar Bradley de, Senato Dış İlişkiler Komitesinde şu savunmayı yapacaktır; “Dürüstçe söylemek gerekirse, bizim görüşümüze göre böyle bir strateji (Çin’i de içine alacak bir savaş kapsamı İ.K.) bizi yanlış bir zamanda, yanlış bir yerde ve yanlış bir düşmana karşı savaşa bulaştıracaktı…
1951’den bu yana dünyada çok şey değişti. Amerika Vietnam hezimetini yaşadı. Hâlen de Irak’ta ve Afganistan’da bataklığa saplanmış durumda. 1951’de, Şahin MacArthur’a karşı, Güvercin Truman, bir dünya savaşının önüne geçmek için, o kararı vermişti. Bugün tam tersine Donald Trump, Kuzey Kore’ye karşı şahince bir söylem içinde… Aslında şahin olduğu belirtilen Savunma Bakanı E. General James Mattis ise, daha soğukkanlı ve barışçıl bir dil kullanıyor. Neden acaba? İkinci Dünya Savaşından bu yana yaşanan tecrübeler ve siyasi dengelerdeki köklü değişikliklere dikkat isterim. Bir zamanlar ABD, Japonya’ya karşı savaşırken aslında Çin’i korumaktan ziyade, Güneydoğu Asya ve Pasifikteki stratejik menfaatlerini kolluyordu. Şimdi Kuzey Kore’ye karşı Güney Kore ve Japonya’yı korumaya çalışırken de, yine aynı menfaatler söz konusu değil mi? Trump, (Danışmanlarının verdiği bilgiyle), geçmişte Vietnam ve Kamboçya’da yüz yüze gelinen durumları hatırda tutarak, Kuzey Kore’yi hizaya getirmek için Çin’i devreye sokmak istiyor. Çin de kendi stratejik menfaatlerini hesaplıyor elbet… Kısa süre önce, Pekin cenahından şöyle bir açıklama yapılmıştı: “ABD ilk saldıran taraf olursa, Kuzey Kore’yi koruruz…” Bu şu demektir, ilk saldıran taraf Amerika olmayacak. 
Fakat dedesi Kim İl Sung’un 1950’de denediği ve 1975’te de denemeye niyetlendiği gibi, Torun Kim de; Kore Yarımadası’nı Neron’un Roma’yı yakması misali ateşe vermeye kesin kararlı ise, neler olur ve sonuçta KİM ne yapabilir? ‘Çılgın Çocuğun’ elinde tehlikeli birkaç oyuncak var olsa bile, Kuzey Kore’yi birkaç yüz defa mahvedecek güçte, yedi bin küsur atomik başlığın şifreleri, Trump’ın yanından ayırmadığı nükleer çantanın içinde değil mi? Ha!..
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.