Bir gözümüz İdlib’de, bir gözümüz Kerkük’te!..

A -
A +
Irak 1991’deki Birinci Körfez Savaşından beri; Suriye ise, 2011’de başlayan sözüm ona “Arap Baharı”ndan beri, etnik ve mezhebi çatışma ve sürekli terör saldırılarının pençesinde kıvranıyor…
 
 
“Bir gece ansızın gelebiliriz…” cümlesi, artık yalnızca şarkı sözü değil, silahsız-savunmasız insanların can ve mal güvenliğini korumaya dönük bir askerî harekâtın (başka bir ifade ile ateşkesi takip ve denetlemeye yönelik bir nevi barış gücü operasyonunun) kısaca anlatımıdır. İdlib’deki durumdan bahsediyoruz. Suriye’nin kuzey batısında, Hatay ilimize komşu ve Halep’e de 60 kilometre mesafede bulunan İdlib’den… Esad rejimine karşı ilk ayaklanmaların başladığı yerlerden biri İdlib ve aynı zamanda çok önemli bir yönetim merkezi… Halep’te yaklaşık iki yıl rejim ve destekçisi İran milis güçlerinin ablukası altında bulunan en az iki yüz bin insan, Türkiye ve Rusya’nın arabuluculuğu ile oradan tahliye edilerek İdlib’e getirilmişti. Ki, bunların arasında; bugün “Hey’etu Tahriri Şam” diye kendisini yeniden isimlendiren ve rejim muhalifi gruplara karşı, devrime ihanet suçlamasıyla cephe alan terör örgütünü oluşturan, El-Nusra ve Ahrar-uş Şam gibi örgüt mensupları da bulunuyordu… Bu ayrıntıyı şunun için verme ihtiyacı duydum. Suriye’de zemin çok kaygan! Neredeyse her saat başı durum değişikliği ve güç kayması, taraf değiştirmeler yaşanıyor. Kimin eli kimin cebinde belli değil. Baas rejimi özellikle bu örgütlerle sık sık iyi polis-kötü polis rolüne benzer pozisyona giriyor. Diğer taraftan Amerika, Rusya, İran ve diğer bölgesel ve küresel güçlerin kullandığı, desteklediği sayısız örgütün Suriye topraklarında aktif olması, işleri fena hâlde zora sokuyor. Çünkü kimin nerede nasıl reaksiyon göstereceğini tespit etmeniz mümkün olmuyor…
İşte bu yüzden İdlib harekâtı, Astana zirvesinde varılan mutabakata dayanmasına rağmen, sahada ne gibi negatif etkenlerle karşılaşılacağını kestirmek imkânsız. Her an her şey olabilir.  Türkiye-Rusya ve İran’ın koordinasyonunda yürüyecek ateşkes sürecinin denetlenmesi hedefine matuf olmasına ve esasen Suriye rejimi ve ABD’nin zımni onayının da bulunmasına rağmen, bu ülkedeki karışık durumun önümüzdeki dönemde neler getireceği hiç belli değil. Hatırlanacağı üzere, DEAŞ’ı buradan söküp atmak için her bir aktörden değişik hamleler yaşanmıştı. ABD ve PYD/YPG ortaklığı, Suriye rejimi-İran dayanışması ve Rusya’nın farklı tutum ve davranışları, canını kurtarmak için Halep’ten İdlib’e sığınan insanları bir başka tehlikenin içine atmıştı… Dolayısıyla buradaki insanların can ve mal emniyetinin korunması, kalıcı ateşkesin var olmasıyla sağlanabilir. Astana zirvesindeki mutabakata göre, Türkiye kuzeyde 14 noktada konuşlandıracağı askerî birliklerle, Rusya da zaten orada bulunan güçleriyle, güneyden ateşkes sürecini denetleyecek. İran milislerinin bu bölgede rol alıp almayacağına dair net bilgi yok. Ama yukarıda bahsettiğimiz zemin kayganlığı ve özellikle Suriye rejiminin fırıldak tutumu, kaygıların devamında önemli birer etken… Türkiye, Fırat Kalkanı harekâtında olduğu gibi, bu bölgede de Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ile birlikte hareket ediyor. Temennimiz hiç kayıp vermeden askerlerimizin verilen görevi sonuna kadar başarıyla götürmeleri…
Kerkük’e gelecek olursak… Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’nin (KIBKY), 2003’ten beri (ABD’nin Irak’ı işgali ve sonrasında ortaya çıkan durumdan istifade ederek…) giriştiği atraksiyonlar, bu güzelim şehri maddeten ve manen tam bir harabeye çevirdi. Irak Anayasasının 140. Maddesine göre, statüsü henüz tam olarak netleşmediği için, ayrı bir konumda bulunan Kerkük’ü, KIBKY, Merkezi Irak Hükûmetinin zaaflarından faydalanarak, fiilen işgal etti ve kendi kontrolü altına aldı. KIBKY,  Kerkük’ü sadece işgal etmekle de kalmadı, daha ilk günden buradaki tapu ve diğer demografik kayıtları tahrif ederek, buradan Türkmen ve Arapları sürgün ederek, burayı ‘Kürtleştirme’ operasyonu aralıksız biçimde sürdürdü… Son olarak Barzani’nin ülke ve bölge şartlarını istismar ederek, aksi yöndeki bütün tavsiye ve ikazlara rağmen gayrı meşru referanduma Kerkük’ü de dâhil etmesi bardağı taşıran son damla oldu… Şimdi Bağdat Hükûmeti, Barzani’den sınır kapılarını ve havaalanı yönetim merkezlerini kendisine teslim etmesini istiyor. Tabii Barzani böyle bir şeye yanaşmıyor, yanaşmayacak!.. Hâl böyle olunca da gerginlik had safhaya çıkıyor. Kerkük’te tek kelime ile durum bu… İnşallah Barzani bugüne kadar sürdürdüğü inadından vazgeçer ve tekrar kanlı çarpışmalar başlamadan, mesele barışçı bir şekilde hallolur. Fakat ne yazık ki böyle bir durum düşük ihtimalde kalıyor!
Irak Merkezî Hükûmeti adına Bölgesel Kürt Yönetimini baskılayacak olan silahlı güç, hâlihazırda Haşdi Şabi denilen Şii milislerinin çatı örgütüdür. Bu örgütün geçmişi, özellikle Felluce’de DEAŞ’a karşı mücadele ederken oradaki sünni nüfusa yaptığı baskı ve zulümler çok konuşuldu. Ama bir sonuç da çıkmadı. Şimdi bu milisler Kerkük’te de benzer hareketlere girişirse ne olur? Dahası, 1991’den beri savaş, iç çatışma ve ardı arkası gelmeyen terör saldırılarından tükenmiş Kerkük halkı ne yapacak, kime sığınacak? Maalesef Barzani’nin hırs ve ham hayalleri yeni bir felakete davetiye çıkardı!
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.