S-400 anlaşması; dün, bugün ve yarın…

A -
A +
Uzun zamandır konuşulan, S-400 hava savunma sisteminin alınmasına dair, Rusya ile dün önemli bir adım daha atıldı. 2,5 milyar dolarlık toplam bedelin yarısı için, iki ülke arasında kredi anlaşması imzalandı.  
Şüphesiz çok önemli bir gelişme… Başta Amerika olmak üzere, NATO’ya üye bütün ülkelerin karşı çıktığı; her vesileyle Türkiye’yi bu işten caydırmak için kimi zaman telkin kimi zaman da tehditte bulunduğu bir meselede, ülkemiz kendi değerlendirmesini yaparak, millî menfaatlerine en uygun olduğunu düşündüğü bir istikamette kararını vermiştir. Aslında bu karar siyasi boyutta daha önceden verilmişti. Dünkü kredi anlaşması, işin detay kısmı sayılır. Ama fiilî bir adım olarak, üçüncü taraflara karşı da derin bir anlam ifade ediyor. Türkiye, S-400 savunma sisteminin 2,5 milyar dolar tutan bedelinin yarısını nakit, yarısını da kredili olarak alacak. Rusya ile yapılan kredi anlaşmasına göre, bu meblağ için dolar değil, ruble üzerinden borçlanılacak. Millî Savunma Bakanı Nurettin Canikli’nin yaptığı açıklamaya göre, bu kredinin maliyeti, hazine borçlanmasından daha ucuz bir tutarda olacak… Mali bakımdan bu ve buna benzer avantajlı yanların da olması şüphesiz olumlu. Ama esas olan, önemli bir NATO üyesi sıfatıyla, Türkiye’nin bu noktaya niçin ve nasıl geldiğidir! Yani S-400 hava savunma sistemini bize satan Rusya ile geçmişte yaşanan hadiselerin bıraktığı kalıntılarla birlikte, bugün sürdürdüğümüz siyasi-askerî ilişkilerin seyri ve orta-uzun vadede karşılaşılması muhtemel durumlar üzerinde biraz kafa yormamız gerekiyor!.. Zira son iki yüz küsur sene içinde, Rusya ile çok farklı ve çetin olaylar yaşadık. Tarihler 1945’i gösterirken, Sovyetler Birliği (O zaman Josef Stalin işbaşındaydı) Türkiye’den resmen toprak talebinde bulundu… Türkiye buna karşı kendi güvenliğini sağlama alabilmek için arayışlar içine girdi. Çok fazla detaya girmeden özetleyelim; Türkiye önce 1947’den itibaren ABD ile ikili ittifaklara girdi. Daha sonra da 1952’de NATO’ya üye oldu. Soğuk Savaş döneminde Batı Blokunun ve her zaman NATO’nun patronu olan müttefikimiz Amerika Birleşik Devletleri ile de sayısız kriz ve gerilimler yaşadık. Ve bugün Rusya’dan S-400 füze sistemini almamızın temel sebebi de yine ABD’dir. Çünkü ABD, benzer bir hava savunma sistemi olan Patriot füzelerini bize vermedi, vermek istemedi. Bu konuda bizi en az on yıl da oyaladı!.. Burada yine işin ayrıntısına girmeyeceğiz, çünkü köşe yetmeyecek. ABD sürekli olarak Türkiye’yi bağımlı tutmak için füze sistemi ile birlikte teknoloji transferi, know-how vermeye hiç yanaşmadı. En kritik zamanlarda, Türkiye üyesi olduğu NATO’nun üzerine düşen görevi yapma hususundaki tereddüt ve zikzaklarını da defalarca test etti. Bir ülkenin savunma ve enerji gibi stratejik konularda, yüksek oranda dışa bağımlı olması ulusla güvenlik bakımından büyük risktir. 1970’li yıllardan itibaren, özellikle Kıbrıs meselesinden doğan sonuçlarla birlikte, ABD’nin ve onun etkisindeki diğer Batı ülkelerinin uyguladığı gizli-açık ambargolar Türkiye’yi çok sıkıntılara soktu… Bu sıkıntılar bir anlamda Türkiye’ye çıkış yolları da getirdi ve ülkemiz ASELSAN, HAVELSAN, ROKETSAN VE TUSAŞ (TAİ)  gibi millî harp sanayii tesislerini kurdu. Ancak hâlihazırda gelişmiş dünya ülkelerine göre, Türkiye’nin bu alanda katetmesi gereken daha çok mesafe var! Bunu konvasiyonel silahlar için söylüyoruz. Nükleer konular apayrı bir bahis… 70 küsur sene evvel, yani 1945’lerden bugüne yaşanan olaylar ve hâlen yüz yüze bulunduğumuz durumlar, ülke savunması konusunda bizi radikal adımlar atmaya zorluyor. İşte S-400 füze sitemini alma konusu bunlardan biri. Lakin bu adımı atmasından dolayı Türkiye’ye nasıl çapraz taarruzların geldiğini de açıkça görüyoruz. Ülkelerle müttefik olmak her şeyin sütliman olduğu-olacağı anlamına gelmiyor. İşte ABD ile olan serüvenimiz ortada… Vize krizi daha dün çözülmüş oldu. O da Ne kadar çözüldüyse! Kaldı ki Rusya ile henüz müttefiklik ölçüsünde bir resmî statümüz de yok. Belli konularda iş birliği yapıyoruz. Bilhassa Suriye meselesinde… Kaldı ki, orada da bu ülke ile her konuda mutabakat sağlamış değiliz. Ve görüyoruz ki Rusya, bir taraftan bizimle iş birliği yaparken, diğer yandan ABD ile istikbale dönük alışverişler ve uzlaşma arayışları içinde… İşte bu yüzden ilişkilerimizin bugününü irdelerken, dünü de iyi değerlendirip yarını ona göre tasarlamamız lazım. 1806 Osmanlı-Rus savaşından itibaren çok büyük trajediler yaşadık. O dönemde bugünkü ABD’nin rolünde olan İngiltere, Osmanlı devletine kendi menfaatleri açısından destek veriyordu. Bazen yanına Fransa’yı da alıyordu… Osmanlının zor zamanlarında (Kırım Harbi, 93 Harbi vb.) İngiltere, Kıbrıs ve Mısır’ı, deyim yerinde ise taksit taksit bizden kopardı. Daha sonra da Birinci Dünya Savaşında, Fransa ve Rusya ile birlikte Osmanlı imparatorluğunu tamamen çökertecek hamleleri yaptı… Bunları bir karamsarlık havasını pompalamak için yazmıyorum. Ama şunu hatırlatmak istiyorum; kendi güvenliğinizi kendiniz sağlamak durumundasınız. Başkalarına bağımlılık hiçbir zaman hakiki güvenliği temin etmez, edemez!..
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.