“Yanlış bakış açısı…”

A -
A +
Yetmiş bir yıllık müttefiklik serüveninde, ABD daha çok Türkiye’ye haksızlık eden ve esasen kendi menfaatleri bakımından da isabetli olmayan siyasi tavırlar sergilemekten kaçınmadı… Peki sonuç?
 
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, dün Meclis’te; yeni yasama yılı münasebetiyle yaptığı konuşmada, son zamanlardaki gergin ilişkilere işaret ederek, ABD’nin eninde sonunda Türkiye’ye karşı olan yanlış bakış açısını düzelteceğini söyledi. Umarız bu düzeltme süreci daha fazla uzamaz! Zira her iki tarafa zarar veren mevcut yaklaşım, daha da vahimi bütün Orta Doğu için çok tehlikeli olmaktadır… Amerikan yönetimi, çok tuhaf ve mantıksız bir şekilde uluslararası düzeni de fena hâlde örseleyen işler yapıyor. Bunun en bariz örneği, bütün itiraz ve tepkilere rağmen terör örgütleriyle (PKK-PYD/YPG), doğrudan doğruya ve alenen iş birliği içerisine girmesidir. Kendisi öteden beri bazı devletleri (Afganistan, Irak, İran vs.) böyle bir iş birliği ile suçlayıp onlara karşı bazen ambargo, bazen de düpedüz işgal etmek suretiyle reaksiyon verirken, aynı şeyi bizzat ika etmesi trajikomik bir durumdur. Ama ne yazık ki ABD bu hatada ısrar etmektedir. Türkiye’nin bu durumdan rahatsızlığı, bahse konu iş birliğinin doğrudan ulusal güvenliğimize ve toprak bütünlüğümüze yönelik bir tehdit oluşturmasıdır. Ancak Amerika kendi askerî ve ekonomik gücüne dayanarak, Türkiye’nin tepkisine karşı duyarsız kalmakla kalmayıp, gerilimi daha da tırmandırmaktadır. Dünya kamuoyuna mal olan haberlere göre, ABD; Suriye’de kalıcı olabilmek ve oradaki terör örgütü PYD/YPG’ye bilfiil desteği sürdürmek için, hedef ilan ettiği bir başka terör örgütü DEAŞ’ın yeniden o topraklarda yeşertilmesi için kirli oyunlar tezgâhlamaktadır…
Evet, maalesef durum bu kadar endişe verici! ABD’yi yöneten akıl, kime ve neye hizmet ediyor, aslında açıkça ortada. Gelin görün ki bu tutumun sonucunun ne olacağı konusunda her zamanki gibi yanlış hesap yapıyor. ABD geçmişte, haşhaş ekimi meselesinde Türkiye’yi açıkça tehdit etmişti. Hatta dönemin ABD Başkanı Nixon’un, o zamanki Başbakan Süleyman Demirel’e, Sultanahmet Camii'ni bombalama tehdidinde bulunduğuna dair haberler yayınlandı ve bunlar tekzip de  edilmedi… Yalnız Türkiye’yi değil, ABD’nin pek çok başka devleti de tehdit ettiği herkesin bildiği bir gerçek. 11 Eylül saldırısından sonra George W. Bush, bütün dünyaya, ya bizdensiniz, ya da bize karşısınız gibi bir tehditte bulunmuştu! Afganistan’ı işgal ederken, Bush’un o zamanki Güvenlik Danışmanı Richard Armitage, Pakistan Devlet Başkanı Perviz Müşerref’i; kendilerini desteklemediği takdirde, ülkesini "taş devri"ne çevirmekle tehdit etmişti. Geçen seneki BM konuşmasında, Donald Trump da, “Roket Adam” diye lakap taktığı Kuzey Kore Başkanı Kim Joung-Un’u, nükleer programdan vazgeçmediği takdirde, ülkesini haritadan silmekle tehdit etmişti. Benzer bir tehdidi, Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton da daha yeni İran yöneticilerine karşı savurdu: “Sakın yanlış yapmayın, sizi izliyoruz ve arkanızdan geleceğiz…” Bu Bolton denen adam tam bir “Vahşi Batı” tipi. Sürekli olarak, Amerika’nın gücüne dayandırdığı ve barıştan ziyade savaş seçeneğini öne çıkaran bir çılgın. Böyle yönetici ve danışmanların olduğu yerde, sağduyu ve mantığın galip gelmesi mümkün müdür?
Hâlihazırda Amerika Türkiye’ye karşı, yukarıda örnek verdiğimiz ülkeler gibi olmasa da, müttefiklik anlayış ve ilkelerine taban tabana zıt bir tavır içinde… Bunu hepimiz izliyoruz. Fakat Türkiye, öyle sıradan bir ülke olmadığını, hele hele ulusal güvenliğine yönelecek tehdit ve tehlikeler karşısında neler yapabileceğini, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekâtıyla ortaya koydu. Bu aynı zamanda ABD’nin yanlış hareketine karşı sergilenen bir kararlılık gösterisi idi. Ve bu iki askerî operasyonla, Türkiye ABD’nin oluşturmak istediği terör koridorunu da geri dönülmez biçimde akamete uğrattı. Şayet ABD yanlışında ısrar ederse, benzer reaksiyonun tekrarlanacağını unutmasın. Diğer taraftan, Misyoner Papaz Bronsun’u şu kadar zaman içinde serbest bırakacaksınız dayatmasında bulunan ABD yönetimi, verilen cevaplarda nasıl bir muhatapla karşı karşıya olduğunu gördü. Amerikan yönetiminin bu noktada artık durumu yeniden değerlendirmesi ve yanlışını düzeltmesi gerekiyor.
Bu arada Türkiye, Washington’un İran’ı baskılamak için giderek sıkılaştırdığı ekonomik ambargo uygulamasına katılmayacağını da net bir şekilde izhar ermiş bulunuyor. Yani Türkiye, ABD’nin öyle her istediğine peki diyecek bir devlet değil. Bunun altını çizelim. Yahudi ve Rum lobilerinin veya başka odaklarının telkin ve baskıları altında, Türkiye'ye karşı isabetli politika izlemeyen Amerika, sonuçta kazanan taraf olmayacaktır. Bu türden yaklaşımlarla Türkiye’nin canını sıkabilir, birtakım zorluklarla karşı karşıya bırakabilir belki, ama nihai noktada biz kendi millî menfaatlerimizin icabını yerine getirmekten vazgeçmeyiz. O sebeple ABD, bize karşı sonunda kendisinin de kârlı çıkacağı doğru politikaları hayata geçirirse, kazan-kazan hedefi gerçekleşmiş olur. Ama bu daha fazla da gecikmemeli.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.