Yargı tarihinin yüz karası!.. Yok hükmünde...

A -
A +
  Adına “Yüksek Adalet Divanı” demekle, bir mahkeme bağımsız ve tarafsız olmuyor. Ve dahi verdiği hükümler de adaletin tecellisine yardımcı olmuyor. Tam aksine bu kararlar zulüm belgesi olarak tarihe geçiyor...     Türkiye Büyük Millet Meclisi, çok önemli bir kanunu oy birliği ile hayata geçirerek, yargı tarihimizdeki bir kara lekeyi temizledi… Evet, 27 Mayıs Darbesinin akabinde; Şehit Başvekil Adnan Menderes ve arkadaşlarını yargılamak üzere, kurulun uyduruk mahkemenin yaptığı duruşmalar ve verdiği kararlar bütün neticeleriyle birlikte artık tarihin çöp sepetinde… Eskiden kullanılan tabiriyle, “Ke en lem yekun” yani hiç olmamış gibi. Yassıada’da yapılan sözde yargılamaların ve korkunç neticelerinin yok sayılması, mana itibarıyla çok önemli. Ancak unutmayalım ki, 27 Mayıs eşkıyalığının yaptığı tahribatı, sadece itibari bakımdan yokluğa mahkûm etmekle büsbütün ortadan kaldırmak, izlerini silmek mümkün değil. Merhum Menderes ve arkadaşlarına yapılan zulümler, Demokrat Parti mensuplarının aile efradına çektirilen acılar, o itibarsızlaştırmaya dönük alçakça muameleler, devrin bir kısım basın organlarındaki aşağılık yayınlar, devlet radyosu kanalıyla sürdürülen iftira kampanyaları vs. vs... Bunların hepsi, kaskatı biçimde hafızalarımızda çakılı ve tarih sayfalarında tescilli. Dolayısıyla milletin gönlüne zehir gibi işlemiş o korkunç acılar, elbette hiç unutulmayacak, unutulamayacak… Lakin her şeye rağmen, o uyduruk ve düzmece mahkemenin vermiş olduğu, yargı tarihimiz için yüz karası olan kararların, kökünden yok sayılması önemli bir gelişmedir. Hele mağdur aileler için belli oranda tazminat hakkına imkân doğması da, sembolik olarak çok şey ifade etmektedir. TBMM’nin bu derece manidar bir karara imza atması, hem de oy birliği ile bunu kabul etmesi takdire şayandır. Bu konuda irade ortaya koyan herkese teşekkür ederiz. 1969 yılı Mayıs’ında, DP’lilerin siyaset yasağının kaldırılması için Adalet Partisi, CHP’nin de desteğiyle bir teşebbüste bulunmuştu. Ancak devrin askerî erkânı, böyle bir şeyin yapılması hâlinde iktidara yeniden el koymak için harekete geçmişti bile!.. Yaşı müsait olanların derhâl hatırlayacağı üzere, 1961 seçim sonuçlarını beğenmeyen aynı odaklar, o zaman da İnönü’ye, yönetime tekrar el koyma teklifiyle gitmişlerdi… Ne günlerden geçti bu memleket!.. Velhasıl DP’liler, ancak "1974 Affı"yla siyasi haklarına kavuşabildi. 1990 yılında Merhum Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’a iade-i itibar edilerek, naaşları devlet töreniyle Topkapı mezarlığına nakledildi. 2013 yılında da, Yassıada’nın o mahut yargılama ayıbından kurtarılması için, yeni bir veçheye kavuşturulması karara bağlandı. Ve geçtiğimiz 27 Mayıs günü, Yassıada; yeni çehresiyle, artık Demokrasi ve Özgürlük Adası ismiyle ve bir kongre merkezi olma fonksiyonu ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından hizmete açıldı. Bu adımların her biri, altmış sene evvel bir cuntanın; demokrasi ve devlet düzenine karşı yaptığı eşkıyalığın, menfur izlerini silmeye yönelik şüphesiz. Şimdi bu son hamleyle, demokrasi, hukuk ve millî iradeye sahip çıkma noktasında, çok daha kati bir tavır sergilenmiş oluyor… Demek ki, bir mahkemenin adına “Yüksek Adalet Divanı” demekle, o adil bir yargı mercii olmuyor. Olamaz. Çünkü adil mahkeme için bağımsızlık ve tarafsızlık şarttır. Buna "Tabii hâkim prensibi" deniliyor. Normal şartlar işleseydi, Menderes ve arkadaşlarının yargılaması, Yüce Divan sıfatıyla Yargıtay’da gerçekleşecekti. Ancak öyle olmadı. DP’lileri yargılamak için hem özel bir mahkeme kuruldu hem de mutlaka ceza verebilmek için geçmişe yürüyen kanun çıkarıldı… Ve işin en utanç verici yönü de şu: Bütün bu hukuk cinayetlerinin işlenmesi için “icazet” verenler de, devrin bazı üniversite hocaları idi. Sıddık Sami Onar, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Hüseyin Nail Kubalı, Ragıp Sarıca, Naci Şensoy, T. Zafer Tunaya, İsmet Giritli... Daha sonra Ankara Üniversitesinden de bunlara üç kişi katılacaktı. Bahri Savcı, İlhan Arsel, Muammer Aksoy… Bu sözüm ona hukukçular, kendilerine ısmarlanan yeni anayasayı yapmak için kolları sıvarken, en başta darbecilere sınırsız yetki “fetvası” veriyordu… Onlara göre Demokrat Parti iktidarı meşruluğunu yitirmişti. Ama darbecilerin önünde hiçbir engel yoktu. “Bugün içinde bulunduğumuz durumu adî ve siyasi bir hükûmet darbesi saymak doğru değildir” gibi bir hüküm vererek, “Siz ne yaparsanız meşrudur…” diye darbecilere meşruiyet donu biçiyorlardı!.. Nerede ilim, nerede hukuk, nerede vicdan ve onur?.. Ama o ortamda onurlu hukukçular da vardı şüphesiz. Mesela Yassıada Mahkemesine başkan olma teklifini, dönemin Yargıtay Başkanı Recai Seçkin kabul etmemişti… “Tabii hâkim prensibi” işlemediği, dolayısıyla Mahkemenin bağımsız ve tarafsız olamayacağı gerekçesiyle bunu kabul etmemişti. Lakin Salim Başol bu payeyi(!) kabul etmiş, Menderes ve arkadaşlarına, “SİZİ BURAYA TIKAN KUVVET BÖYLE İSTİYOR…”  diyerek, skandal kararların altına imza atıyordu. İşte bu rezil kararlar artık yok hükmünde...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.