Sahi Demirtaş ve Kılıçdaroğlu’na inanalım mı?

A -
A +
HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş; “Ne ben ne de partimizin PKK ile doğrudan ya da dolaylı bir bağlantısı veya ilişkisi var” demiş... Peh peh, Meclis’te olsaydı son tezkereye de olumlu oy verecekti!..
 
 
Son günlerde çeşitli adreslerden dikkat çekici açıklamalar yapılıyor… Bunların bir kısmı inandırıcılıktan tamamen uzak, bir kısmı da âdeta insan zekâsıyla alay eder mahiyette! Mesela; HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın, Alman DPA ajansına, avukatları aracılığıyla yaptığı açıklamada söylediği şu sözü nasıl değerlendirmeli? Diyor ki; “Ne ben ne de partimizin PKK ile doğrudan ya da dolaylı bir bağlantısı veya ilişkisi var…” Oturduğunuz yerden nasıl bir tepki verdiğinizi görür gibiyim! Ama böyle durumlarda soğukkanlılığını muhafaza etmek, şüphesiz doğru olanıdır. Şimdi kalkıp Demirtaş’ın düne kadar PKK talimatıyla neler söylediğini, neler yaptığını tek tek sıralamaya değmez. Yalnızca HDP aleyhine açılmış olup, hâlen Anayasa Mahkemesinde derdest olan davadaki iddianame ve bunu destekleyen sayısız belge ve delile işaret etmekle yetinelim. Aslında her şey meydanda ve kimse de bunu saklama ihtiyacı duymuyor. İlave olarak İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun 10 Ekim 2021 tarihinde yaptığı açıklamayı da hatırlatalım. O açıklamada, Kandil’den HDP’ye gelen ve güvenlik güçlerinin ele geçirdiği hayli detaylı talimata dair bilgi veriyor. Merak edenler bu açıklamayı bulup okuyabilir. Peki, Demirtaş böyle bir açıklamayı ne maksatla yapıyor? Birilerinin buna inanmasını mı bekliyor sahi? Şayet aklını peynir ekmekle yememişse, hiç kimse böyle bir absürt beyana itibar etmez…
Tam da İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in, “HDP’yi PKK’nın yanında konumlandırıyorum…” dediği bir zamanda. Tam da sınır ötesi görev için, Meclis’te oylanan yetki tezkeresine 'hayır' oyu veren Kemal Kılıçdaroğlu’nun; Yozgat’ta milliyetçi damarın sempatisini kazanmak için, “Söz veriyorum, o Kandil denen yuvayı yerle yeksan etmezsem bana da Kılıçdaroğlu demesinler!..” diye kostaklandığı bir zamanda, Demirtaş’ın yaptığı çıkış ne anlama geliyor? ‘Örtülü ittifak’ ortaklarına nasıl bir mesaj vermek istiyor olabilir acaba? Daha önce de, yeni ve farklı bir ittifaktan söz eden Demirtaş’ın bir bildiği vardır elbet. Gelelim, tezkereye hayır diyen Kemal Kılıçdaroğlu, belki de siyasi hayatında ilk defa, böyle keskin bir çıkışı hangi maksada binaen yaptı? Neyi telafi etmek veya neyi ispat etmek uğruna bunu söyledi? CHP’nin daha önce defalarca 'evet' oyu verdiği tezkereye, niçin bu kere 'ret' verildi? İddia edildiği üzere problem yabancı askerin topraklarımızda konuşlandırılması ise, aynı hüküm önceki tezkerelerde de mevcuttu. Yani bununla kimseyi kandıramazlar. Ama şöyle bir durum var tabii… PKK elebaşlarından Mustafa Karasu bakınız ne diyor:
“CHP baktı ki eğer savaş tezkeresine oy verirse, iktidar olma iddiasını sürdüremez. Biz iyimser yaklaşarak böyle düşünüyoruz. Böyle düşünüyorlarsa doğrudur. Hayırlı bir iş yapmışlardır…” Hangisi daha inandırıcı sizce?
Selahattin Demirtaş’ın biraz da acemice giriştiği inkârcılığa karşılık, PKK’nın diğer bir elebaşı Duran Kalkan, biraz da şaşırtıcı biçimde çok doğru ifşaatta bulunuyor… PKK terör örgütüne destek veren dış devletlerin aslında bölücü örgütü nereye doğru sevk ettiğini gayet sarih biçimde itiraf ediyor:
“Kesinlikle dış ortam Kürt sorununun çözümüne, bu temelde bir barış sürecinin gelişmesine fırsat ve imkân vermedi. Tam tersine Kürt sorunu için çözümsüzlüğü, Türkiye’de de çatışmayı dayattı. Dolayısıyla dışarıya dönük yapılan konuşmalarda sanki birçok güç, birçok dış devlet barıştan, demokratik siyasi çözümden yanaymış, çatışmaya karşılarmış gibi kendilerini gösteriyorlar…” Bunları duyunca insan şunu sormadan edemiyor; bu terörist elebaşının kafasına bir şey mi düştü? PKK yönetiminin, “ateşkes” ilan etmek için, Avrupa’da yasal açıklama zemini bulamadığını söyleyen D. Kalkan şöyle devam ediyor:
“Ateşkes ilan etmeyecek, savaşı sürdüreceksiniz diye bize defalarca dayatmalarda bulunuldu. Bu dayatma açık oldu-gizli oldu, sözle oldu-fiiliyatla oldu. Ama bize dayatılan çatışmaydı, çözümsüzlüktü. Biz hiçbir devletten bir çözüm dayatması, çözüm programı, çözüm projesi görmedik. Tam tersine bizimle ilişki kurdular, düşüncemizi, siyasetimizi, niyetimizi öğrendiler. Eğer niyetimiz çözümden yanaysa onu boşa çıkartmak için saldırılarda bulundular…”
Duran Kalkan’ın bu lafları, nedense, 1999 yılında Kenya’da derdest edilip Türkiye’ye teslim edilen Abdullah Öcalan’ın, gözlerindeki bant açılınca, “Vatan için bir hizmet varsa, ben hazırım…” şeklinde konuşmasını bize hatırlattı. Öyle ya, bu sözlerin önünde, arkasında ne var? Altında neler yatıyor? Bu arada, PKK’nın Suriye versiyonu YPG’nın başındaki Ferhat Abdi Şahin pasifize edilmiş. Yerine Cemil Bayık’ın adamı diye bilinen Mahmut Reş getirilmiş. Oldukça dikkat çekici gelişmeler...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.