Türkiye’yi ve Türkçeyi korumak…

A -
A +
Cumhurbaşkanı Erdoğan, sosyal medyada kullanılan dilin Türkçe için tam bir felaket habercisi olduğunu belirterek, “Dilimizi korumak ve geliştirmek için verdiğimiz mücadele esasen beka meselesidir” dedi.
 
 
Türkçemiz için alarm zilleri, aslında yaklaşık bir asırdan beri çalıyor!.. Sadece Harf Devrimiyle (1928), dilimizde kullanılan kelimelerin yüzde 68’i yani üçte ikisinden fazlası kaybolmuş…
 
Evet, bu kaskatı bir gerçektir!.. 1930’lardan itibaren, dilde sadeleştirme denemeleri giderek tam bir felakete dönüştü. Resmî konuşma ve yazı metinleri anlaşılamayacak raddeye gelmişti. Durumun vahameti karşısında, sözde Türkçeleştirme ve sadeleştirme serüveninde, frene basma mecburiyeti hissedildi.
 
Ama dilimize yönelik bozma ve zayıflatma çalışmalarının ardı arkası asla gelmeyecekti. Dille birlikte, kültürel mirasın da tarumar edilmesine hız kesmeden devam edildi. Maksat geçmişle bağları koparmak, nesiller arası devamlılığı akamete uğratmak ve maziyi topyekûn unutturmaktı…
 
1970’li yıllara gelince bu defa sol ideolojik merkezli bir saldırı başlatıldı. “TÜRKÇE’Yİ ‘SAL’A BİNDİRİP ‘SEL’E VERME” harekâtı bu dönemde tam gaz devam etti. Neticede bugünlere gelindi. Öyle ki, günümüz gençliği çok değil, elli-altmış sene evvel yazılmış eserleri dahi anlamaktan aciz durumda!..
 
Genç kuşaklarda kelime hazinesi diye bir şey yok denilse yeridir. Zira gençlik bu duruma kasıtlı şekilde getirildi. Bir tek kelime ile pek çok başka kelimelerin manası aksettirilmeye çalışıldı. Mesela; hassaten, bilhassa, hususiyle, bahusus, kastı mahsusa ile, alelhusus, hususan, mahsusen, tahsisan... gibi kelimelerin yerine sadece ‘özellikle’ ifadesi kullanılır hâle geldi. Bunun gibi binlerce örnek verilebilir.
Bu felaketin üzerine daha katmerlisi olarak “sosyal medya dili” denilen ucube bindi…
 
Cumhurbaşkanı Erdoğan çok yerinde bir benzetmeyle, bunu “Türkçe’nin geleceği için tam bir felaket habercisi” olarak değerlendiriyor ve şöyle devam ediyor: “Türkçemizi korumak, geliştirmek ve zenginleştirmek için verdiğimiz mücadele esasında bir millî mücadeledir, bir beka meselesidir…” Evet, Fransa’nın hususi kanun çıkararak, Fransızcadaki yabancı menşeli kelimeleri cebren ayıkladığını hatırlayalım!..
 
Fransızcadan çok daha büyük saldırılar altında kalan Türkçemizin ne hâlde olduğunu iyi düşünelim, iyi anlayalım ve ona göre de tedbirler alalım. Bakınız Sayın Cumhurbaşkanının dün konuşma yaptığı törenin adı şöyle: Yunus Emre Yılı Görsel ve İşitsel Medyada Doğru Türkçe Kullanımı Ödül Töreni... 
 
Yukarıda bahsettiğimiz, Türkçe’nin sala bindirilip sele verilme hadisesi böylece daha iyi anlaşılmış oluyor değil mi? Sel ve sal ekleriyle kelime üretmek, türetmek ancak böyle bir netice verebilirdi. Dememiz o ki, sosyal medyaya gelinceye kadar, normal konuşma ve yazı dilindeki kelime kullanımlarına bakmak gerekiyor.
 
Eskiden kullanılan doğru kelimeleri unuttuk ve unutturduk. Yeni kelime türetme işinde de resmen sınıfta kaldık. Ortaya acayip bir tablo çıktı… Yüzyıllarca kullanılan Arapça ve Farsça kelimeler yabancı diye atıldı. Onların yerine İngilizce ve Fransızca kelimeler sınırsız ve kuralsız biçimde kullanılarak sözüm ona dilde ilericilik sergilenmiş oldu!..
 
Şimdi de sosyal medyadaki tuhaf, saçma sapan kısaltmalar, hangi dilden alındığı meçhul ve kelimeden başka her şeye benzeyen harf kalabalıkları ile insanlar meramını anlatmaya çalışıyor. Bu gidişat hakikaten felaketin habercisidir. Cumhurbaşkanı şu sözlerinde sonuna kadar haklıdır: “Milletlerin varlığının ve devamının teminatı olan dilini, edebiyatını, kültürünü bozmak da bir çeşit terördür. Türkiye maalesef her iki teröre birden maruz kalmıştır. Türkçemizi yaşatmadan milletimizin geleceğine güvenle bakamayız…”
 
Peki, bizim dilimize bu yapılanlar reva mıydı? “O gül endam bir al şâle bürünsün yürüsün/Ucu gönlüm gibi ardınca sürünsün yürüsün…” diyor 18 ve 19. Yüzyılda yaşamış olan Enderunlu Vâsıf (1771-1824).  17. Yüzyılda yaşamış olan Karacaoğlan’ın “Ey benim bahtı yârim/Gönlümün tahtı yârim/Yüzünde göz izi var/Sana kim baktı yârim…” mısralarına ne demeli? Su gibi akıp giden bu mısralar veyahut 13 ve 14. Yüzyılda yaşamış olan Yunus Emre’nin şu muhteşem anlatımı: “Miskin Yunus var yarına/Koma bugünü yarına/Yarın Hakkın divanına/Varam Allah deyu deyu…” Gönülleri fetheden bu emsalsiz dili Sayın Erdoğan şöyle tanımladı: “Bugün bizi bir araya getiren, ömrü boyunca yüreğinden süzülüp gelen sözlerinden başka silahı olmayan Yunus Emre’nin asırları aşıp gelen kahramanlığıdır…”
 
Velhâsıl yalnızca halk şairleri değil, divan şairleri de yüzyıllar boyu, edebî sanatlarla bezenmiş o eşişiz mısra ve beyitleriyle, insanların gönlünde taht kurmuşlar. Bakınız 16. Yüzyılda yaşamış olan Fuzuli bir beyitte ne kadar çok şeyi anlatıyor:
“Ne yanar bana kimse âteş-i dilden özge/Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı…”
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.