Yarım asırlık ambargo ve kısıtlamalar…

A -
A +

Türkiye’ye uygulanan silah ambargosu ve genel olarak savunma sanayii alanındaki kısıtlamaların kökü çok derinlere gider… Kıbrıs Barış Harekâtından bu yana, ülkemize karşı gizli-açık kısıtlamalar hep var...

 

Savunma Sanayii Başkanı İsmail Demir, İngiltere’nin savunma sanayii alanında Türkiye’ye karşı uyguladığı ihracat kısıtlamasını kaldırdığını açıkladı. Bu önemli bir gelişme. Tabii zamanlama olarak da dikkat çekici. Şu sıralarda İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üye olma teşebbüsü ve Türkiye’nin buna karşı ortaya koyduğu tavır, uluslararası arenada çok yakından takip ediliyor…

Dün Cumhurbaşkanı Erdoğan, cuma namazı çıkışında yaptığı açıklamada Hollanda Başbakanı Rutte ile bu konuda çok geniş bir görüşme yaptığını bildirdi. Bugün de benzer görüşmelerin İngiltere ve Finlandiya ile devam edeceğini dile getirdi. Türkiye bu aktüel hadise dolayısıyla, iki yönlü bir itiraz ve pazarlık yürütüyor. İlk olarak teröre destek veren ülkelerin, bu tutumlarıyla birlikte NATO’ya üye alınmasının sakıncalarını dillendiriyor...

İkinci olarak da kendisine karşı öteden beri yürütülen haksız ambargo ve ihracat kısıtlamalarının artık kaldırılmasını talep ediyor. Türkiye’ye karşı uygulanan silah ambargosu ve genel olarak savunma sanayii alanındaki ihracat kısıtlamalarının kökü çok derinlere gider. En geniş ambargo Kıbrıs Barış Harekâtından sonra uygulamaya konmuş ve gerçek anlamda asla tamamen kaldırılmamıştır. Sayısız başlık altında devam eden bu kısıtlamalar Türkiye’nin önüne çok ciddi engeller koyuyor.

Mesela Atak Helikopterlerinde kullanılan motorlar dolayısıyla, ABD bunları Pakistan’a satmamıza engel koydu…

Kanada ise insansız hava araçlarında (İHA) kullanılan bazı optik parçaların satışını yasakladı...

Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Burada en fazla dikkat çekici husus, ambargo ve kısıtlamaları uygulayan ülkelerin aynı zamanda bizimle müttefik statüsü içinde olmaları. NATO zemininde veya ikili anlaşmalar çerçevesinde… ABD, Kanada, İngiltere, Almanya, Fransa vs. vs...

Dış ticarette en büyük partnerimiz olan Almanya en etkili kısıtlamaları uygulayan ülkelerden biri. Almanya’nın ambargo serüveniyle ilgili benim de şahsi bir hatıram var. 1991 yılı Ekim ayında, Friederich Ebert Vakfı’nın düzenlediği bir program çerçevesinde, bir grup gazeteci olarak Almanya’ya davet edildik.

Temel maksat, iki Almanya’nın birleşmesi sonrasında kaydedilen gelişmeleri yerinde görmek ve değerlendirmekti. Bu vesileyle çeşitli kamu ve özel kuruluşlara da ziyaretler yapıldı. Parlamento ziyareti sırasında, Sosyal Demokratlar Birliği’nin (SPD) o zamanki Grup Başkanvekili olan kişinin makamına da gittik.

İsmini hâlâ hatırlarım; Norbert Gansel. Mihmandar arkadaş grubu takdim ederken, kibirli bir eda ile ilk sözü şu oldu: “Biraz evvel Parlamento’da özel oturum yaptık. Türkiye’ye 24 milyon marklık silah ambargosu uygulama kararı aldık…” Birden buz gibi bir hava esti. Ben hemen tercümanlık yapan bayana şu ricada bulundum: Lütfen söyleyeceklerimi aynen beyefendiye tercüme ediniz! Bu cümleyi de Almancaya çevirdi!.. Grup Başkanvekiline ilk söz olarak şunu söyledim: "Beyefendi siz 24 milyon marklık ambargodan bahsediyorsunuz. Türkiye için bu çok küçük bir rakam. Bakınız Saddam’ın topla tüfekle kovalayıp topraklarımıza sürdüğü Kürtlerin, yalnızca o bölgede çevreye verdiği zarar (Kış şartlarında kesilip yakılan ağaçlar vs.) 50 milyon mark seviyesinde!.." Tabii kendisi böyle bir tepki beklemiyordu.

Bay Gansel bu defa başka argüman ileri sürdü. Dedi ki: “Türkiye Güney Doğu bölgesinde terörle mücadelede özel timleri kullanıyor.” Ayağıma gelen pası gole çevirmek kolay olmuştu!.. Şöyle karşılık verdim: "Özel tim deyince, benim aklıma hemen sizin teröre karşı kullandığınız GSG-9 timleri geldi. Dünyada bu konuda Almanya bir ilki teşkil ediyor..."

Aramızda muhavere devam etti. Hapishanelerdeki işkence iddialarına konuyu taşıdı. Orada da benim cevabım hazırdı. Şunu söyledim; "Baader-Meinhoff çetesinin yedi üyesinin, aynı gün içinde kendilerini havlu ile kalorifer borusuna astıklarına dair resmî açıklamalarınız, Alman kamuoyu tarafından inandırıcı bulundu mu?!."

Spontane gelişen bu karşılıklı atışma, biraz evvel kibirle piposunu tüttüren Bay Gansel’in keyfini kaçırmaya yetmişti. Konuşma tarzı değişti. “Aslında Almanya ile Türkiye’nin iki dost ülke olduğunu ve iyi ilişkilere sahip olduğunu...” filan belirtme gereği duydu…

Velhasıl ziyaretimiz, soğuk bir atmosferde cereyan etti. Dışarıya çıktığımızda bazı arkadaşlar, “Biz parlamento grubu değiliz, gazeteciyiz” diyerek, benim bu şekilde itirazda bulunmamın doğru olmadığını söyleyecek oldu. Ben de şunu dile getirdim: "Ne yani bu şekilde bizi yargılayan ve tepeden bakan tavrına karşı sessiz mi kalmalıydık?.."

Tahmin edeceğiniz üzere, adı geçen vakıf beni bir daha etkinliklere çağırmadı...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.