Ölme ey insanlık ve onu öldürme ey insan!

A -
A +

Ortak hastalığımız: "Biz"liğimiz…
Uzun bir dönemden beri sosyolojik olarak hasta olan bir yanımız var. O hastalık ki birbirimizi dinlemeyi, anlamayı engelleyen bir hastalık.
Yani “biz”liğimiz hasta bizim… Hâlâ “biz” diyebildiğimiz bizliğimiz…
Hâlâ “biz” diyebildiğimiz için de şanslı olduğumuz “biz”liğimiz…
Ebu’l-Hasan el-Harkânî; “Hep aynı hastalığa sahibiz, hastalık bir olunca ilaç da bir olur. Hepimiz gaflet hastalığına tutulmuşuz, gelin uyanalım” derken yaklaşık 1020’li yıllardan sesleniyordu insanlığa…
Yoksa bu hastalık insanlığın kadim bir hastalığı mı?
Bir araya gelememek ve biz olmamak üzere mi kodlanmış bu nefis? Bu yüzden mi yoksa en büyük cihat nefse karşı yapılanıdır?
Elbette nefsi yenebilmek ve onu “hiç”leştirebilmek inanç tarihimizin sembol şahsiyetlerinin en önemli cehdlerinden biri olmuş.
İşte bu anlayış “Yaradılanı yaradandan ötürü hoş görmüş” ve onun hayat hakkına saygı duyabilmiş ve hangi inanca mensup olursa olsun, onun “malını, canını, namusunu, inancını, neslini” muhafaza altına alma düsturunu hiç kaybetmemiş, maymuna tapan Hinduları bile dört yüz yıl huzur ve güven içinde yaşatabilmiştir.
Yine Anadolu topraklarını Malazgirt’ten yaklaşık elli yıl evvel manen ve gönül diliyle fetheden el-Harkânî; “Varlıklara (insanlara ve tüm mahlûkata) karşı merhameti olmayan kişi Allah sevgisini kalbinde taşıyamaz” derken de mutlaka aynı hoşgörüyü referans veriyordu.
Toplumun “biz”leşememe hastalığını tedavi etmek isteyen ilim insanları da bunun için formüller ürettiler; mutabık kalabileceğimizi düşündükleri kavramlarla da sembolleştirdiler.
Ankara’da ve de Paris’te meydana gelen olaylar; Orta Doğu yangını ve dünyanın diğer acılı toprakları, bugün hep aynı ihtiyacı haykırıyor oysa ve hep bir ağızdan ve özünde de Mevlana’nın diliyle sesleniyorlar; “Ölme ey insanlık ve onu öldürme ey insan!”
Tüm dünya, her biri farklı tarafa çekse de aslında aynı şeyi söylemek istiyor. Tıpkı toplumun birbirine sarılmasını arzu eden ve ona “asabiyet” diyen İbn-i Haldun gibi, “habitus” diyen Bourdieu gibi ya da “bizimsileşmek” diyen Kafadar gibi.
Dünya insanlığının, menfaate dayalı bir diplomasiyi ön planda tuttuğu bu çağda, insanlığın kazanması elbette kolay değil. Fakat umutsuz da değil…
Önünde sonunda kazanacak olansa yine insanlık olacak… Bu, kutsal bir vaattir…
Hiç kuşkusuz dünyanın “biz”leşememe hastalığının tedavisi, önce insanın kendisinden aileden başlayacak ve sonra helezonik olarak dünyaya yayılacak “biz insanlık” fikrinin yeşertilmesiyle olacak. Benliğinin tümünü kendisinin dışındakilerle dolduracak ve orada kendisine yer bırakmayacak bir insanla olacak bu… O zaman bencilleşemeyecek çünkü… “Ben herkesim ve her şey benim için” deme zulmünü önce kendine ve sonra da diğer insanlara yapamayacak çünkü…
Bu millet hafızasında taşıdığı ulvî bilgeliği yeniden gündemine almak ve onu insanlığa ilaç olarak yeniden sunmak zorunda.
Bunun için ise sade idrake ve ihyâya ihtiyacı var…
Ve elbet bir de, Rabbinden alacağı ilhama…

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.