Sancıyan yerden…

A -
A +
Sinsi bir hastalık gibi yılarca milletin içinde kendilerine parazit bir yaşam alanı oluşturan bu FETÖ/PDY yapılanmasının bütün yönleriyle ele alınması muhakkaktır. Bu hassas ve akut dönem atlatıldıktan ve zihinler güvenlik endişelerinden arınarak dinginleştikten sonra bilim insanları her boyuttan bu hadiseyi ve yapıyı anlamak zorunda.
Özellikle sosyologlar, sosyal psikologlar, siyaset bilimciler ve tarihçiler bu anlamda son derece önem arz ediyor. Bundan sonraki nesillerin aynı noktadan bir kez daha acı çekmemeleri için, acı çektiren bu habis yapının bütün kodlarının deşifre edilmesi gerekiyor.
17-25 Aralık gibi çok açık bir ihanet deliline rağmen, zihinleri hipnoz edilmişlerin dışında kalanlar dahi FETÖ Terör Örgütü’nün bu denli bir harekete kalkışacağına inanmamaya devam ettiler. Bu açık delile rağmen “Çatı Aday” ittifakı gibi enteresan iş birlikleri gördük.
Ak Parti içerisinde dahi bu anlamda ikilemde kalanlar oldu. Onlara göre “Allah korkusu” olan bu insanların silahla ne işi olabilirdi. İşte bu ve buna benzer pek çok gerekçe sebebiyle aslında sancılı yerimizi bilmemize rağmen, ona karşı tam anlamıyla bir tedavi geliştiremedik. O sancıyan yerle ilgili en fazla hissiyat ise hiç kuşkusuz en fazla Sayın Cumhurbaşkanımızdan geldi. Onun, pek çok kere yalnız bırakıldığı ise yine pek çok farklı düşüncedeki isim tarafından ve özellikle de 15 Temmuz sonrasında ifade edildi.
Zihin bulandırma konusunda son derece başarılı olduğu gözlenen ve Türkiye karşıtı uluslararası muhalif yapılarla da entegre bir zeminde hareket eden bu terör örgütü, bundan sonrada bu zihin bulandırma faaliyetlerine devam edecektir.
Deşifre olmuş kısımlarının dışında artık kabuğuna çekilmiş olan bu yapı, bugün kırk yıl süreyle devam ettirdiği ve en fazla deneyime sahip olduğu zemine tekrar dönmüş ise yeniden bir zemin kollamanın da hesapları içerisinde olabilir.
Bu yapı, Türkiye’de belgenin ve bilginin anlamsızlaştırıldığı bir sürecin de sorumlusudur. Belge “icad” etmede son derece mahir olan bu yapı, anı belgeleme konusunda baş döndüren teknolojiye rağmen yine o belgeleri aynı oranda da hiçleştirmiştir. “Hangisi daha doğru” çelişkisi oluşturan bu belge kirliliği sebebiyle, toplumsal hafıza sürekli bulandırılmış ve neye inanacağı konusunda çelişkide bırakılmıştır.
Takdir edersiniz ki işi belgelerle uğraşmak ve onları analiz etmek olan tarihçileri bile müşkül bırakan bu tablo, acaba belge inceleme üzerine usul öğrenmemiş diğer insanları ne hale sürüklemiştir.
“Belge icadı” ile Türkiye uzun bir dönem sürekli bir kriz ortamında tutulmuş ve toplumun yorgunlaşması için bir fırsata dönüştürülmüştür. Her gün yeni bir ya da birkaç “şok” ile şoklanan toplumda, şoklar bile sıradanlaştırılmıştır. Âdeta “aykırı olanın sıradanlaştığı” bir durumdu bu.
Oluşturdukları bu kriz ortamının onlar için anlamı neydi? İşte bu zeminden baktığınızda da şu siyaset tarihinin acı gerçeği karşınıza çıkıyor. “Kriz anlarında belge ve bilginin hiçbir anlamı yoktur; Süleyman’ın mührü geçerlidir.” Yani hainler, ürettikleri krizde mührün sahibi “Süleyman” olmaya çalıştılar, ilk evrede. Sonraki evre daha açık olan 17-25 Aralık’tı, son evre ise 15 Temmuz’da daha berrak bir evre olarak karşımıza çıktı.
Bu berraklığa, pazılı tamamlayan bu son parçaya rağmen hâlâ meseleyi idrak edemeyen beyinlerin hipnoz olmuş, mankurtlaştırılmış olduğu ise bir başka berrak meseledir artık…
7 Ağustos’ta Yenikapı’da bir millî birlik destanı yazmaya hazırlanan bu milletin, bundan sonra daha uyanık olması ise hiç unutulmayacak bir başka mesele…
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.