AP’nin kararı: Endişe ve içe kapanma

A -
A +
AP’nin kararını okurken artık Türkiye’nin bulunduğu zeminden okumuyorum. Konuyu bizatihi Avrupalı sebepler üzerinden değerlendirmek gerektiği kanaatindeyim.
Neticede bu kanaatimi güçlü kılacak pek çok tarihî, sosyolojik, ekonomik ve siyasi örneğe de dayandırmak mümkündür.
Ekonomisi kötü, demografik yapısı riskli, korkuları artmış, göçlerle sarsılmış, üstelik tarihsel genlerine dönüş emareleriyle ortaya çıkmış bir birlik olan AB önce kendisini korumaya almaktadır.
Avrupa, İngiltere, İtalya ve Fransa’nın hâliyle buna ilaveten yaşlı Almanya ve Fransa’nın sırtında yaşamak durumunda kalan birçok küçük üye ile dışarıya hiç de olumlu sinyaller gönderemiyor artık.
Rus medyasına getirilen kısıtlamalar da tıpkı II. Abdülhamid’e yaptıkları suçlamaların bir vebali gibi sırtlarına binmiş durumda Avrupa’nın. Yani korkuyorlar artık; hülasası bu.
Haklarında yazılan çizilenden, doğudaki yükselişten çok endişeli AB.
İçlerine “eşit bakış” açılarıyla entegre edemedikleri göçmenlerin öfkelenebilme ihtimalinden de endişeliler. Özellikle Fransa’nın olağanüstü hâli bu denli uzatmasının ardında yatan en önemli meselenin bu olduğu gün gibi aşikârdır.    
Evet, büyük yapıların zayıflaması kısa sürede olmaz. Uzun süreler gerektirecektir. Fakat şunu da bir işaret olarak görmek gerekir. Bir çöküş önce zihinde başlar, tıpkı diriliş gibi…
Birlikleri tehdit eden en önemli şeylerden biri de, tıpkı imparatorluklarda olduğu gibi ırkçı hareketlerdir. Çok uluslu yapılar zenginliklerini kaybetmeye başladıkça, kendisini merkezde görenler, diğerlerini dışlamaya hatta onları “ellerindekini almak”la suçlamaya başlarlar.
Bu, dünyanın en zengin ülkeleri arasında kendilerini görenlerin birkaç bin tane göçmene kapılarını açmaktan korkmasıyla, kendini daha da gün yüzüne çıkarmıştır aslında.
Türkiye bu noktada elbette çaresiz değildir ve elbette katetmesi gereken çok fazla yolu olmasına rağmen zihinsel kodları yükselişten yanadır. Kendi kimliğini ve kodlarını keşfetme yolunda önemli bir dinamizm kazanmıştır.
Türkiye, bağımsız bir ülke olarak katılacağı birlikleri tercih etme hakkına da sahiptir.
Âdeta “Demokles’in Kılıcı” gibi bir terbiye etme aracına dönüştürülmek istenen AB süreci ve onun sadece Türkiye’ye dayatılan maddelerine karşı da çaresiz değildir.
Türkiye’nin kaybedeceği şeyler elbette vardır. Fakat ben AB’nin kayıplarının daha fazla olacağı inancındayım. 
Onlar inkâr etse de, bin yıldan beri Avrupa’nın medeniyetine köprü olmuş bu toprakların, bundan sonra da enerji başta olmak üzere pek çok meseleye köprü olma potansiyelini hâlâ koruduğu bir gerçektir. Doğusuz bir Batı asla olamazdı. Bundan sonra da farklı gerekçelerle ama asla sömürülmeye izin vermeden hâlâ Doğusuz bir Batı olamayacak.
Bu sebeplerle de AB, mutlaka Türkiye’yi kazanmak zorunda; değilse “kendi düşen ağlamaz” deyip şimdiden ikazımı yapayım...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.