DİRİLİŞ

A -
A +
Ridâniye de bir Malazgird. Hattâ belki ondan da öte. Bize Afrika'nın kapılarını açdı. Üstelik bizi hâdim'ül-haremeyn yapdı. O necîb kavimle en ufak bir tatsızlık yaşamadan Arabistan'a kavuşduk. Asya'nın cenûb-ı garbîsine.

Şark seferleri garbdakilere benzemez. Meşakkat çok daha şiddetlidir. Avrupa'ya yürüyen ordu büyük sıkıntı çekmez. Su kaynakları boldur. Erzak te'mîni çok daha kolaydır. İklîm ve coğrafya müsâiddir. Doğu seferlerinde böyle değildir. Bunlarda ya beden ya irâde iflâs eder. Kul tâifesinin Çaldırandaki edebsizliği aklın örtüldüğü anlarda olsa gerek. Su sıkıntısı, peksimet sıkıntısı ve çölden farksız bir arâzi. Git git bitmeyen bir yol. Menzilde boynunuzu koparmak üzere bekleyen bir ordu. Herkesden Sultan Selîm-i evvel olmasını bekleyemeyiz...

Batılıların Afrika'yı müstemleke yapma çalışmaları köle ticâretiyle başladı. Değerli madenlerin talanı da aynı nisbetde mühimdi. Bu toprakların bir kısmı çok tâlihliydi. Osmanlı şemsiyesi altındaki bölgeler sömürüden kurtuldu. Özdemir Paşanın kurduğu, oğlu Osman Paşanın müesseseleşdirdiği Habeş eyâleti doğu Afrika'yı kuzey yarısından i'tibâren emniyyet altına almışdı. Kızıldeniz yoluyla bölgeye sarkmak isteyen sömürgecilere aşılmaz bir set çekilmişdi. Bu setin yüzbinleri bulan ordularla inşâ edildiğini zannetmeyin. Bu sayı on binler bile değildi; binlerdi. Zâten eyâletin kuruluşunda da birkaç bin asker vazîfe görmüşdü. Önce Portekizlilerle mücâdele edildi. Onlar Vâdiü's-seyl'de toprağa gömülünce piyasaya İspanyollar çıkdı. On sekizinci asrın son çeğreğinde ise İngilizler görüldü. Sonra Fransa, sonra İtalya arz-ı endâm etdi...

Habeş eyâleti hemen hiçbir dönemde masraflarını karşılayamadı. Hep cepden yedi. Açığı Mısır kapatdı. Maaşların dahi ödenemediği dönemler oldu. Ya'ni Osmanlı almadığı hâlde verdi. Mahallî hâinlerle anlaşıp koca kıtanın insan kaynaklarını köleleşdiren garblılar Türk korkusunu hiçbir vakit üzerlerinden atamadı. Kıtayı daha kolay sömürebilmek için hıristiyanlığı yaydılar. Müslümanların karşısındaki güce yardım etdiler. Meselâ Portekizliler Harar emîrliğine karşı Habeş krallığına destek verdi.

Mısır'da hidivlerimiz, Cezâyir'de dayılarımız vardı. Bölge halkının kalbimizdeki yeri İstanbullulardan farklı değildi. Tuareglerin pâdişâhımızı "baba" görmeleri, dolayısı ile kendilerini de "oğul" saymaları her hâlde bu sebebden olsa gerek. Fransızların her türlü teklifini reddeden bu insanlar bakın ne diyor: "Bizden yana endîşeniz olmasın. Biz evâilimiz misillü arâzimizde pâdişâhımızın kul ve oğullarıyız." Dikkat ederseniz size sâdığız, size bağlıyız demekle kalmıyorlar. Kulunuz ve oğlunuzuz diyorlar. Bu ifâdeler durup dururken söylenecek sözler değil. En başda asîl olmayı îcâb etdiriyor. Lâkin kul ve oğul olmak, efendi ve baba muâmelesi görmeye bağlı.

Ya bugünkü Afrika? Biz orada ne kadar varız? Birçok kişinin "olmalı mıyız" dediğini duyar gibiyiz. Elbetde olmalıyız. Hem de en ileri seviyede. Büyük devlet olmanın başka yolu yok çünki. Hele cihan devleti olmayı düşünüyorsanız hinterlandınız bütün dünyâdır. İşin çok daha mühim kısmına gelince: Dedelerimizi baba görenlerin torunlarına kayıdsız kalabilir miyiz? Fransızları bizim için elinin tersiyle itenlere sırtımızı dönebilir miyiz? Ecdâdımızdan devraldığımız o büyük mîrâsı reddedebilir miyiz? İngiltere'nin vaktiyle giydirdiği deli gömleğine hasta olanlar bu söylediklerimizi idrâk edemez. Ufku Kıbrıs'ı aşamayanlar dünyâyı da, yeni Türkiye'yi de anlıyamaz. Zâten millet de onları anlamıyor...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.