İSTANBUL

A -
A +
Mekke-i mükerreme yeryüzünün dînî merkezi. İstanbul siyâsî. İlkine i’tirâz edemeyenler ikincisine bıyık altından gülüyor. İyi gülmeler… Maskelerini düşürmeyecek olsa birincisini de reddedecekler. Kısa akıllı olmak her hâlde böyle bir şey. Kalblerindeki küfrün bir mühür hâlinde alınlarına vurulması elbette sonları olur. Bunu düşünebiliyorlar; lamla lamel arasındaki zekâlarıyla…
 
Bir yeri merkez yapan aslî unsur madde değil ma’nâdır. Mâzî ve hâldeki misâller bunu haykırıyor. İstikbâlin bizi yanıltacağına dâir en ufak bir emâre yok. Semerkand her hâl ü kârda merkezdir. Oradan yükselecek bir tuğ milyonları arkasına takar. Taşkent öyle, Buhara öyle. Dersaadet hepsinden ilerde. Topkapı’dan yürüyüşe geçen sancâk-ı şerîf iki milyar müslümanı ayağa kaldırır. Hiç şüpheniz olmasın bir o kadar gayri müslimi de. Yarasaların her dakîka kanını emdiği o kadar çok mağdûr var ki…
 
 Söğüt çok küçük bir yerdi fakat merkezdi. Türkoğlu istikbâlin o küçücük beyliğe âid olduğunu görmüşdü. Nice anlı şanlı şehir ufacık Söğüt’le, ufacık Domaniç’le baş edemedi. Zâhirî inâd devâm etse de ma’nen teslîm bayrağını çekdi. Bin atlının bir çeyrek asırda otuz bine çıkması çok şeyler anlatıyor. Fevkalâde mütevâzı adımlar bile o küçücük diyârların bir merkez olduğunu örtemedi. Milyonlar tevâzudan mütehassıl ihtişâmın farkına varmış, bölük bölük ok ve yayın gölgesinde birleşmişdi. Zafer ma’nânındı, irâdenindi. “Kimesnenün bir habbesi bir pulı, benümçün de olursa, ziyâde alınmalu olmaya” diyen ecdâd ipini kırmışlara haddini bildirmekden imtinâ etmiyordu. Nice büyük coğrafyanın peyk olduğu yıllarda Anadolu’nun şimâl-i garbîsinde yeni bir güneş doğuyordu. Üstelik Moğol tahakkümüne rağmen. Üstelik onları metbû tanımamıza rağmen. Burada bir kerre daha ortaya çıkıyor ki küçükken de büyük olunabilir. Hattâ esîrken dahi. Gerçi burada böyle bir şey söz konusu değil...
 
Küçükken büyük olabilmek imkân dâhilinde olur da büyükken küçük olabilmek olmaz mı? İngiltere gibi bir yapı önümüzde dururken bu soruya menfî bir cevâb verilemez. Zîrâ güçlüyken de zayıfken de gençken de yaşlıyken de kısacası her kayd ü şartda yaltaklanmakdan vazgeçmeyen bir yüzsüzle karşı karşıyayız. Bununla kalsa iyi. İslâm’ın ve insanlığın en büyük düşmanıyla!
 
Londra var olduğu günden beri yeryüzüne fesâd pompalıyor. Yatıp kalkıp buna kafa yoruyor. Nereyi hangi fitneyle böleriz bunun hesâbını yapıyor. Yahudilerle ittifâk hâlindeler. Biri kirli parasını diğeri âdî desîselerini ortaya koymuş durumda. Anglikan kilisesinin 2008’de Charles Darwin’den özür dilemesi atlanmaması gereken bir nokta. Ma’lûm, Darwin bir ingiliz yahudisi. Bu iki ortak bugün ABD’yi maşa olarak kullanıyor. Zekâ özürlü bir kısım Amerikalı hıristiyan bunlara hizmet ediyor. Bütün pis işlerini kovboylara yapdırıyorlar. Zâten temiz işleri yok. Îmâna gelmedikleri müddetçe bu hâl böyle devâm eder. İşin garibi bizim nice akıllı onları bir varlık zannediyor. Hâlbuki necâsetden daha iğrençler. Neler yapdıklarını ve neler tahayyül etdiklerini birazcık bilenler bunları insan sınıfına koymaz. Düşünebileceğiniz en alçak mahlûkdan daha alçaklar. Üşümemek için gözlerini kırpmadan yeryüzünü ateşe verenleri başka nasıl tavsîf edebiliriz? Birilerinin sûret-i hakdan görünüp dantel dantel ingiliz propagandası yapmasını hiçbir ma’kûl sebeple îzâh edemediğimizi sırası gelmişken ifâde edelim! Neymiş efendim, “Dünyada MODEL kurabilecek ve dünyayı yönetmek isteyecek ikinci bir DEVLET İngilizler”miş. “Başkası yok”muş!
 
Bre, bre, bre…
 
Osmanlı torunu Boris Johnson edebiyâtı gözlerimizi yaşartıyor. Fevkalâde “mütehassis” olduğumuzu ifâde etmek zorundayız. Meğer soğuk diye bildiğimiz bu sarışınlar ne kadar candan insanlarmış. Büyükelçileri doğuda PKK’yı lânetlemek için ora senin bura benim dolaşıyormuş. “Şehidler ölmez, vatan bölünmez” sloganları atarak. Gel de boncuk boncuk gözyaşı dökme!
 
İngilizler aşîretlerle görüşmüş. Vah vah. Oturup şimdi karalar mı bağlayalım? Burası mühim değil. Görüşebilir. Gerçi aşîretler bunu yalanladı. Hepsine i’timâd edebiliriz. Şu hâlde söz konusu iddiâlar hîle kokuyor. Bunlarda asîl Kürdleri satılıkmış gibi gösterme gayreti var. Et ve kemiği birbirinden ayırma niyyeti var. Biz de boş durmayalım. Adayı hücrelerine kadar bölecek planlar yapalım. İlk olarak İrlandalılarla görüşebiliriz. Onları bağımsızlığa iknâ edebiliriz. Tabîî kendimizi ve heveslendirdiğimiz insanları emniyyete almadan böyle adımlar atmak ahmaklık olur. Ayrıca güven veremezsek kimseye adım atdıramayız. Elbette bunlar çok büyük projeler. Elli yıllık, yüz yıllık vizyonlar. Tel tel işlenmesi lâzım. Artık bu gibi mühendislik faâliyyetlerinde bulunabilmeliyiz. Bu arada emniyyetden kasdımızı netleşdirelim: Zâlimleri korkutan bir ülke olmamız îcâb ediyor. Çekim gücümüz müdhiş. Doğru. Merkeziz. Doğru. Ne var ki bugünün dünyasında topla tüfekle ıvırla zıvırla ancak tavukları korkuturuz. Her devirde olduğu gibi zamanımızda da düşmanın silahlarıyla silahlanmamız gerekiyor. Kıt’alararası nükleer füzelerden birkaç bin tane üretmek zarûreti var. Gerisi lâf ü güzâf!
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.