MEZHEBSİZ

A -
A +
Bu dîn-i mübînin nefse düşmanlık için gönderildiğini bilemeyen nasîbsizler gürûhu benlik bayrağını dalgalandırmaya devâm ediyor. Cihâd diyorlar ama bu savaş Allah yolunda verilen mücâdeleden çok farklı. Dipsiz bir çukurda debelendiklerini gâlibâ nefes alıp verdikçe anlayamayacaklar; çünki yolları hakkında en ufak bir şübheleri yok. Tek ölçüleri var: Beyin. Akl-ı selîme yabancılar. Kur’an-ı kerîm ve hadîs-i şerîflere tâbi olma niyyetinde değiller. Onları kendi görüşlerine uydurma sevdâsındalar. Mütekebbirler. Herkese akıl dağıtıyorlar. Yolları peygamber efendimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” câddesinden geçmiyor. Bid’at okyanusunun ortasında bulunmalarına rağmen her bozuk gibi doğru yolda olduklarına inanıyorlar. Dînî bir kimlikle ortaya çıkmaları sebebiyle verdikleri zarar korkunç derecede büyük. Habîs rûhlarından yayılan mülevves kokular yeryüzünü kirletip duruyor!
 
Mezhebsiz kısa aklı dışında hiçbir ölçü tanımadığı için köksüzdür de. Ehl-i sünnet âlimlerini kabûl etmez. Kendini onların üstünde görür. Karizmasının yetmediği yerlerde eski ve meşhûr sapıkların safsatalarına mürâcaat eder. Biraz Arabça bilmenin İslâm âlimi olmaya yeteceğini düşündüğü için kendini her konuda salâhiyyetli addeder. Müctehîdden anladığı, “ictihâd eden”den öte değildir. Câhillik ve edebsizlik iki önemli özelliğidir. Nefsi onu çoğu yerde rezîl etmiş, bir kısım yerde de küfre sürüklemişdir. Cem’iyyetdeki bozulma artınca bu gibiler çoğalmış, bu gibilerin çoğalması ise cem’iyyetteki bozulmayı hızlandırmışdır. Başka bir ifâde ile her ikisi birbirinin sebebi ve netîcesidir.
 
Osmanlı Devleti’nin târih sahnesinden çekilmesi her sâhada büyük bir otorite boşluğu meydâna getirdi. Mezhebsizlerin bunu fırsat bilmesi ise hepsinden vahîmdi. O güne kadar herkes doğru yolda mıydı? Elbette hâyır. Ancak şurası mühim ki devlet doğruyu temsîl ediyor ve yanlışı bertarâf etme yolunda büyük bir mücâdele veriyordu. İmâm-ı a’zam hazretlerini rehber edinenler ehl-i sünnetin bayrakdârlığına soyunmakdan başka ne yapabilirdi? Yeni rejim dînî mes’elelerde taraf olmasaydı bu derece büyük bir keşmekeş yaşanmayabilirdi. İngilizlerce hazırlanan planın birinci bölümü Osmanlı’nın yıkılmasıyla başarıya ulaşmışdı. Şimdi sıra ikinci perdedeydi. Bu sefer hedef devlet değil milletdi; hattâ bütün müslimânlardı. Pâdişâhın aynı zamanda halîfe olması mülhidlerin önünü kesen en önemli husûsdu. Sapık akımların en tehlikelilerinden biri olan Vehhâbîlik Osmanlı asırlarında ortaya çıkmış lâkin fazla yayılamamışdı. Ehl-i sünnet i’tikâdına büyük bir sadâkatle bağlı bulunan Osmanlılar gerek kılıç ve gerekse kalemle bu sapıklara gereken cevâbı vermişlerdi.
 
Akılcılık, bilimsellik ve nihâyet çağdaşlık gibi ne idüğü belirsiz kavramlar yeni rejimin zihinleri karıştırma vâsıtalarıydı. Bulanık zihinler necîs kafalardan çıkan mel’ûn fikirlerle avlandı. Halkın büyük kısmı türlü sebeblerle bu gidişâtın dışındaydı. Ne yapıp edip bütün beyinleri yıkamak gerekiyordu. Toplumu havaya uçurmak üzere hazırlanmış dinamitler bir şekilde her hâneye sokulacakdı. Meydân ajanlara ve piyonlara kalmışdı. Birinciler yapdıkları hizmetin şuûrundaydı. Onlar belli bir telkîne de tâbi tutulmuyordu. Kısa bir görüş alışverişinden sonra ne yapacaklarına karâr veriyorlardı. İkincilere ise kullanıldıkları hissetdirilmiyordu. Onlar çok ince bir telkînden kaynaklanan görüşlerini kendi eserleri zannetdiler. Meselâ Seyyid Kutb bu sınıf içerisinde yer alıyordu. Sosyalistliğe özenmişdi. Dar kafasıyla ortaya koyduğu safsataların İslâmiyyet olduğunu düşünüyordu. İctihâdı yorum, müctehîdi sosyolog zannetmesi aklına esdiği gibi konuşmasına sebeb oldu. Ayet-i kerîmelerin tefsîrini târihî vesîkaların tahlîli ile karışdırdı. Kendisini tevhîd kahramânı olarak görüyordu. Hakîkati aramak gibi bir niyyeti yokdu, maksadı kendi doğrularına delîl bulmakdı. Bu yüzden ehl-i sünnet i’tikâdıyla şereflenemedi. On binlerin, yüz binlerin, belki de milyonların iki cihân felâketine sebeb olarak ipe gitdi. Abduh, Reşid Rızâ, Muhammed Kutb, Muhammed İkbâl, Hamîdullah, Cemâleddîn-i Efgânî, Mevdûdî, Mûsâ Cârullah Beykıyef de aynı yolun yolcusuydu… Yerli şaklabanları da isme girmeden hatırlatmakda fâide var! Şaklaban dedik diye sakın ola bunları küçümsemeyin. Bir kısmının hâlâ minberlerde şiirleri okunuyor. Küfür denizine dalmış bu mısraları çözebilen insan sayısı azdan da az. Mübâlağa etdiğimizi mi düşündünüz? Demek ki siz bu bahtiyârlardan değilsiniz!
 
Dîndârlaşma yolundaki insanlar genelde yol kesicilere yakalandıkları için İslâmiyyet’i doğru olarak öğrenebilme imkânını bulamıyor. Allahü teâlâ samîmiyyetle dînini öğrenmek isteyenlere bunu nasîb etdiğine göre niyyetlerin hâlis olmadığını söyleyebiliriz. İslâmiyyet bozuk kişiler tarafından yanlış olarak anlatılınca “nâkısdan kâmil çıkmaz” kâidesi hükmünü icrâ ediyor ve çeyrek insanlar çoğalıyor. Çok kişi bitli saçlarını oraya buraya sallamayı tasavvuf zannediyor. Osmanlı’dan sonra başsız kalan müslimânlar bugün çok daha küçük bir çemberin içerisinde bulunuyor. İslâm dünyâsı kendi içinden çıkan, daha doğrusu çıkarılan mikroplar vâsıtasıyla imhâ edilmek isteniyor. Aslında bu yeni bir hâdise değil. Dîn-i mübîn-i İslâm’ın doğuşuyla birlikde zuhûr eden bir durum. Ancak şu anki vaz’iyyetin farklı ve çok tehlikeli bir yönü var: Müslimânların şuûrsuz oluşu. Ahmedler, Mehmedler, Hans’ın, George’un peşinden koşuyor. Cem’iyyetin kokuşduğu bir ortamda kendini koruyabilmek hayâl edilebilenin çok üstünde bir kahramânlık olsa gerek!
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.