TEZGÂH

A -
A +
Keşiş dağındaki bir otelde ateşin karşısındayız. Çay kahve içip sohbet ediyoruz. Aklıma bir mû’ziblik geliyor. Yanımdaki arkadaşı avlayacak şekilde ortaya konuşuyorum: “Ne kadar da gerçekçi olmuş. Sanki hakîkaten yanıyor.” “Nasıl ya’nî?” diyor. Anlayacağınız balık oltaya geldi. Tezgâh tutdu. Çemberi daraltıyoruz: “Duman efekti de hârika! Teknolojinin vardığı noktaya bakar mısın?” Bir iki kişi daha destek olunca arkadaş hücrelerine kadar teslîm oluyor. Yarı bel kalınlığındaki kütükler önümüzde çatır çatır yanarken moda ta’bîrle algı operasyonuna kurban gidiyor. Hattâ iyice yaklaşıp bakıyor fakat nâfile. Hayreti artmış bir vaz’iyyetde yerine oturuyor…
 
Çok keyiflenmeyin. Arkadaşı çok saf da bulmayın. Sanki siz olsanız hikâye başka türlü olurdu?
 
Bugün efkâr-ı umûmiyyenin diline doladığı bir cümle var: Ruslarda teknoloji yok. Doğru, Slavların ağabeyi 17 milyon kilometrekareyi sapan taşlarıyla koruyor. NATO’nun ölüm kusan tanklarına kağnılarla cevâb veriyor. Amerikanın F-35’lerine uçurtmalarla karşı koyuyor. 11 bin kilometre menzilli füzeleri ise sığır teknolojisine dayanıyor. Şöyle ki füzenin gövdesini teşkîl eden borunun içine besili bir mandanın işkembesi yerleşdiriliyor. Ardından hava basılıyor. Vananın açılmasıyla basınçlı hava onlarca tonluk füzeyi ışık hızıyla hedefe uçuruyor…
 
Ba’zıları gâlibâ bu yüzden AB diye sayıklıyor. Ne diyelim: Allah ilminizi artırsın.
 
Bunlar Erdoğan’ın açıklamalarından sonra paniğe kapıldı. TÜSİAD’ı kasdetmiyoruz. Bizimkilerden bahsediyoruz. Ne diyorlar: “Türkiye bunu hak etmiyor. Ya’nî aslında biz sizi seviyoruz. Uçuruma giden treninize son vagon olarak eklenmek istiyoruz. Çok didindik. Çok sabretdik. Çok ağladık. Lütfen bizi hayâl kırıklığına uğratmayın. Lütfen…”
 
Kanûnî Françesko hattı mı karışdı ne?
 
Selçuk Özdağ’ın Fuat Doğu’dan naklen söyledikleri bir çok şeyi îzâh ediyor: “Ben MİT müsteşarlığı yapmadım. Ben CIA’nın şube müdürlüğünü yapdım.” Ma’lûm Fuat Doğu Millî İstihbârât Teşkîlâtı’nın en öne çıkan müsteşarlarından biri. Hangi günlerden geldiğimizi varın hesâb edin…
 
Peyk olmaya alışmış insanlarla bir yere varmamız mümkin değil. Lâkin beterin beteri var. Uydulukdan, hattâ kölelikden ileriye gidenler var. Rûhunu garba hîbe edenler var. Televizyonlarda yorum yapanlara bir bakın. Fâsid bir dâirenin içinde dönüp duruyorlar. Onlarca kişinin saatlerce süren konuşmasını iki parmağınızın arasına alıp sıksanız karşınıza çıkacak hacim yeşil mercimekden daha büyük olmayacakdır. Aslına bakarsanız söylenmesi gerekenler kısa bir konuşmaya sığdırılabilecek kadar az. İşin özünü yakalayıp sabah akşam bunu tekrârlasalar problem kalmayacak. Ne var ki kemmiyyet ve keyfiyyet mes’elesini idrâk edebilmekden uzaklar.
 
Osmanlıyı şeker fabrikası kurmamakla ithâm eden zihniyyet yukarıdakilerin hiçbirine uymuyor. Dibin dibi dedikleri şey. Tam bir cehl-i mürekkeb hâli. Bilmeme, bilmediğini de bilmeme…
 
İttihâd ve Terakkî'nin felâketden felâkete sürüklediği Osmanlı o hâliyle bile bizden çok daha ilerde. Onun bitdiği nokta bizim zirvemizden yukarda. 1911'de dünyâ ticâretinden aldığımız pay %0,92. TİM’in 2015 raporuna göre bu nisbet %0,86. Yine cihan harbine takaddüm eden yıllarda orta seviyedeki bir memurun maaşıyla 100 kilo et alınabiliyor. Bu ise bugünkü 5.000 TL. Yani 1900'lü yılların Osmanlı memuru şimdiki memurumuzdan iki kat müreffeh. Paramızın durumunu anlayabilmek için iktisâd tarihçimiz Vedat Eldem'den iktibâs yapalım: "Filhakika Osmanlı lirası Birinci Cihan Harbi'ne kadar, dünyada mevcut paraların en sağlamlarından biri idi ve tahditsiz ithalata rağmen, memleketin altın stoku azalacak yerde durmadan artmakta idi. Fiyatlar sabit denecek kadar istikrarlı, maaşların iştira (satın alma) kudreti yüksekti." Öte yandan 7 milyon kilometrekareden büyük vatan toprağını da unutmayalım. Şu ankinin 9 katı. Nice yer altı ve yer üstü zenginlikleriyle… Tekrar Eldem'e dönüyoruz: "Her halükârda Osmanlı İmparatorluğu dış ticaretinin muazzam açıklar verdiği hakkında yerleşmiş bulunan kanaatin hakikate uymadığı muhakkaktır." Şu hâlde bu tezgâha karşı da uyanık olmamız gerekiyor.
 
Yakın zaman önce Millî Savunma Bakanlarından Vecdi Gönül Osmanlı’dan sonra ilk millî tüfeğimizi üretdik diye sevindirik olmuşdu. Hâlbuki bunun ma’nâsı seksen sene yatdık idi. Tüfekdeki durumu ifâde edince başka şeyleri saymaya gerek yok. Zâten böyle bir mukâyesede insan içine çıkamayacak hâle gelirler. Haddi aşanlara duyurulur!
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.