TEFEKKÜR

A -
A +
Osman Gâzî yola çıkdığında en küçük ilimizden daha küçük toprağa sâhibdi. Üstelik hür değildi. Bütün Anadolu gibi İlhânî şemsiyesi altındaydı. Buna rağmen daha ilk anlardan i’tibâren ışık saçdı. Pervâneler etrâfında dört döndü. Şu bizim özgüven zannetdiğimiz tavrı tevekkülden ibâretdi. Yanında esâmemiz okunmaz. Tabîî bahâdırlığın ne demek olduğunu unutduğumuz için bugün birtakım cesâret dolu adımlara kahramanlık diyoruz. İnşâallah bir gün gerçek dilâverlikle yeniden buluşacağız…
 
Ehl-i sünnet i’tikâdında bulunan Osmanlılar her sahada şer'-i şerîfi tatbîk etmiş­ler, hattâ onu dünyaya hâkim kılma mücâdelesi vermiş­lerdi. Örfî hukûkun müstakil bir yapı arz etdiğini düşünmek büyük hatâ olur. Nice anlı şanlı zevâtın bu çukurda boğulduğunu sırası gelmişken ifâde edelim!
 
Osmanlı vesîkaları “şer'-i şerîfe muhâlif iş olmakdan ziyâde hazer eyliyesin”, “ muktezâ-yı şer'-i şerîf üzre teftîş ve tahkîk idüp göresin” tarzındaki ifâdelerle dolu. Dönemi çok parlak geçmediği için ön plana çıkmayan fakat kıymetli bir padişah olduğu anlaşılan Dördüncü Mehmed'in şu sözleri Osmanlı münevverinin hangi en­dîşelerle hareket etdiğini göstermesi bakımından fevkalâde mühim: “Eğer hilâf-ı şer'-i şerîf bir kimesneyi katl iderse dünyâda ve ukbâda cezâsın bulur. Benim şeri'at-ı mutahharaya muğâyir iş olduğuna aslâ rızâ-yı hümâyûnum yokdur ve cümle vükelâ-yı dev­letime fermânım budur ki, hükûmetlerinde ağrâz-ı nefsâniyyeden müctenib oldukları hâlde ahvâl-i nâsı şer'le görüp zulm u fesâdı def' ideler.”
 
Fatih Sultan Mehmed’in, “İmtisâl-i câhidu-fillah olubdur niyyetüm, Dîn-i İslâm’ın mücerred gayretidür gayretüm/Fazl-ı Hakk u himmet-i cünd-i ricâlullah ile, Ehl-i küfrü ser-te-ser kahr eylemekdür niyyetüm/Enbiyâ vü evliyâya istinâdum var benüm, Lûtf-i Hakk’dandur hemân ümmîd-i feth ü nusretüm/Nefs ü mâl ile nola kılsam cihânda ictihâd, Hamdülillah var gazâya sâd hezârân rağbetüm/İy Muhammed mu'cizât-ı Ahmed-i Muhtâr ile, Umaram gâlib ola a'dâ-yı dîne devletüm” şiirini zer hatla kalbimize yazmamız îcâb ediyor!
 
 Kızıl elmanın hangi kaynakdan beslendiği çok açık: “Hazret-i Hakk celle ve âlânın uluvv-i inâyetine tevekkül ve server-i en­biyâ aleyhi efdalü’s-salavât ve ekmelü't-tahiyyâtın mu'cizât-ı kesîretü’l-berekâtına tevessül olınup fî sebîli’l-lâhi te'âlâ gazâ ve cihâd içün...”
 
Gazâya baş koyan ecdâdımızın onun icrâsında hiçbir zorlamaya gitmediği de istidlâl olunmakdadır: “Ammâ bu bahâne ile ihtiyârı ile tâlib ve râgıb olmayanlara cebr ile teklîf olınmaya.”
 
Âşıkpaşazâde olmadan olmaz. Onun asırları aşan ihlâslı haykırışı kıyâmete kadar asîl milletimizi cûş u hurûşa getirmeye devâm edecek bi-iznillah: “Gazâ kim etdiler Allahu ekber, Dediler her nefes Allahu ekber/Salındı seyf-i İslâm kâfir üzre, Uruldu nevbet Allahu ekber/Kılıçlar gölgesinde cennet-i Hak, Resulden bu haber Allahu ekber/Bozuldu çanlar hem kelîsalar, Makâm oldu dîne Allahu ekber.”
 
Şimdi başımızı iki elimizin arasına alma vakti. Son yüz senenin muhâsebesini yapma vakti. İzzeti, cesâreti, ihlâsı verip neleri aldığımızı tefekkür vakti…
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.