Ne imzası be!

A -
A +

Gerçekten de başta televizyonlar olmak üzere bizim spor medyası gün gün tuhaflaşmaya başladı. Neymiş efendim; Fenerbahçe’de imza günü! Aynısı Galatasaray’da da vardı. Neyse ki Beşiktaş, resmî müsabaka oynamadan bu sorunu (!) halletti. Yani, Galatasaray’la Fenerbahçe düne kadar oynadıkları bütün resmî oyunlarda hükmen yenik sayılmalılardır. Öyle ya, henüz sözleşme imzalamamış isimleri oynatmış olmuyorlar mı? Şuna; “Transfer tanıtma”, “Transfer şov toplantısı” falan gibi laflar bulsanıza yahu!

Dramatik yasaklara devam!

Türkiye Futbol Federasyonu, sanırım illerin valileri ve emniyet teşkilatı ile birlikte futbolumuzdaki açık ve net olarak rezalet olan deplasman seyircisi yasağını devam ettiriyorlar. Düşünebiliyor musunuz; Türkiye demokratik laik bir cumhuriyet... Ve böyle bir ülkede taraftarı olduğunuz takımın maçına, şayet takımınız deplasmanda ise gidemiyorsunuz... Bence yasak bu kadarla yeterli olmamalıdır. Nasıl mı? Örnek; Trabzonsporlulara maçı televizyondan izlemeyi de yasaklamanız gerekir. Ya da Bursasporlulara, ya da Beşiktaşlılara... Çünkü o taraftarlardan biri evden sokağa, bir gol sevincini, bardak atarak kutlayabilir. O bardak da rakip takımın sokaktan geçen taraftarlarından birinin başına da gelebilir. Büyük emniyetçiler, alın size bir senaryo... Acaba ne dersiniz?

Kabahatli Özbek mi, yoksa Nazifoğlu mu?

Galatasaray Divan Kurulu müthiş kapışmalara sahne oldu. Aslında başka kulüpler de, kulübün öyle veya böyle çıkarları sebebiyle böyle divan toplantıları yapmalı. Ama nerede o yürek! Neyse, bu arada Levent Nazifoğlu ağzına geleni söyledi. Ve de büyük tepki topladı. Gerçekten de eleştiri sınırlarını aştı ki, özür de diledi. Ben burada bir soru sormak isterim; Siz Başkan Dursun Bey olarak bu Levent Bey’i ortaya çıkarmadınız mı? O zaman asıl kabahatli kim ki? Daha doğrusu kim özür dilemeli ki?

Merkel, sen kimsin be?

Almanya şansölyesi imiş bu Bayan Merkel... Peki, kim bu Merkel? Yahu bizimkiler o hâlinden hiç söz etmiyorlar. Acaba neden? Bakınız bu Merkel, Batı Almanya’da doğup, sonra ailece Doğu’ya göç eden biri... Yani özgür olmaktan sıkılmış esareti seçmiş bir aile... Ya da müttefiklerin rejimine rıza göstermemiş, komünistlerin süngüsü altına girmeyi yeğlemişler. Peki, Doğu Almanya neydi? Komünist rejimin bence en katısı... Açık ve net! Ben o Doğu Almanya’ya iki defa gitme şansını veya şanssızlığını yaşamış bir kişiyim. Hava karardıktan sonra makineli tüfekli ciplerle dolaşan Rus askerleri, gümrüklerinden geçerken arabaların motorlarının bile indirildiği, nefes alıp vermenin bile tehlikeli olduğu, akşam bastığında evlerinde ışık yakmaya korkanların bulunduğu, duvarın parçaladığı ailelerin dramı... Saymakla bitmez... Ah be o duvar yıkılmasaydı acaba siz şimdi neredeydiniz Merkel? Arkanıza bakın ve öyle konuşun? Burası Türkiye, burada yaşanmıştır istiklal savaşlarının en hasosu ...

Aslan bekçilerim!

Bekçi geri döndü. Hem de daha yetkili, daha donanımlı, daha şık olarak... Hiç olmazsa akşama kadar karakollarda gazete okuyan, ekrana teslim olan polislerin yerini aldılar... Şimdi sokaklar sapıtmış kesimlerin cirit atacağı yerler olamayacaktır. Hayırlı olsun! Görevlerinizde başarılar! Kadıköy’deki Kadife Sokağa da beklerim...

Ne yaptın Şenol Hocam?

Beşiktaş, öyle veya böyle, ikinci yarıda da oyunun temposunu düşürerek, yani fizik gücü sıcağa ve neme göre ayarlayarak diyelim, maçı götürüyordu. Taaa ki hiç oynamamış Lens’le, Medel 74. dakikada Oğuzhan’la Quaresma’nın yerine girene kadar. Eee, kendilerini gösterip tempo yapacaklar ya... Yani Beşiktaş takımının o ana kadar topu istediği gibi kendi kalabalığında dolaştırmasına son verip, rakibe saha açana kadar... Pardon; 2-1 kazanınca üç puan da, 5-1 kazanınca yedi puan mı veriyorlar?

Tudor'un kıyağına cevap çıkmadı!

Beşiktaş’la ilgili bölümde Şenol Hocamın oyuncu değişikliği yanlışına acı cevap gelmişti ama Tudor’un, Selçuk, Yasin ve Eren değişikliklerine cevap verecek ne hoca vardı, ne de futbolcu kalmıştı karşı tarafta... Hemen Gomis’in golüne geleyim. Kayserispor’a attığı golden sonra bana rahmetli büyük golcü Metin Oktay’ı hatırlatmıştı. Bu maçta da tekrarladı. Ne mutlu ki benim kuşağıma 47 yıldır özlemini çektiği golleri izleyecek galiba...

Takımla fazla oynanmaz!

Önce Abdullah Avcı, sonra da Aykut Kocaman... Bu iki hoca onca da özel veya resmî maç oynanmış olmasına rağmen hâlâ her maça neredeyse yarı yarıya varan, hatta bu oranı çok da geçen değişikliklerle çıkıyorlar. Avcı, 11’de 9 yaptı ligde... Kocaman 11’de 6 ile takip etti. Biri deplasmanda harap oldu, diğeri ligde yine yenilgiden kurtuldu... Merakım şudur ki, acaba kaçıncı maçta ve onu takiben ilk maçta aynı kadroları izleyeceğiz? Sakatlık ve cezaya karşı boynumuzdan kıldan incedir...

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.