Depresyon hakkında doğru bilinen yanlışlar

A -
A +

Gökhan Ergür - PSİKOLOG Çağın hastalıklarından biri olarak adlandırılan depresyon, her geçen gün toplumun ortak bilincinde kendine biraz daha yer ediniyor. Öyle ki henüz ilkokul çocukları bile yaşadıkları en ufak bir sıkıntıyı depresyon belirtisi olarak görüp bunu çevresine yansıtıyor. Nasıl ki insanların ''Benim psikolojim bozuk!'' sonucuna varması kolay değilse "Ben depresyondayım!" sonucuna ulaşmaları da kolay değildir. Bu biraz da toplum olarak tanı koyma sevdamıza dayanıyor. Çevremizde şu tür misallerin o kadar çok örneği var ki: İnsani bir yakınmayla kolunuzun ağrıdığını söylersiniz, tıp ilmine hâkim dostunuz hemen söze atılır: "Benim kaynımda da aynısı vardı. Hanımına bir gece, 'Sol kolum çok ağrıyor' diyerek uyumuş, sabaha kalkamamış, kalbe giden damarlarında daralma olmuş. Dikkat et sen de kendine!" Ruh sağlığı alanında da vardır bu tip insanlar. Bir kişi yapı itibariyle sessiz, sakin ve içine kapanıksa garanti depresyondadır ya da daha büyük dertleri vardır, ondan uzak durulması gerekir. Kültürel olarak en fazla aşina olduğumuz ve giderek de olacağımız ruhsal hastalık türlerinden biridir depresyon. Daha fazla aşina olacağız diyorum çünkü Türkiye'de depresyon ilacı kullanımı son iki yılda 14 milyon kutudan 27 milyon kutuya çıktı ve bu yükseliş ne yazık ki büyük bir süratle devam ediyor. Depresyonun detaylı tahlilini başka bir yazıda yapma niyetindeyim. Şimdilik kısaca depresyon belirtilerini söyleyecek olursak; sürekli mutsuz, kederli, ümitsiz ve çaresiz hissetme... Hiçbir şeyden zevk alamama, uyku ve iştahta bozulma, dikkatin dağılması, unutmaların artması, azalan enerji, kişinin kendini değersiz ve mutsuz hissetmesi ve zaman zaman ölüm düşünceleri... Depresyonda bu belirtilerin hepsi bir arada görülmeyebilir. Ama bu belirtilerden en az beşinin iki haftadan uzun bir süre görülmesi ve sürekli olması depresyona işarettir. Depresyon hakkında söylenen birçok can sıkıcı ve doğruluğu olmayan bilgiler de vardır. İşte bu yanlış bilgilerden birkaçı: Her şeyden önce şunun bilinmesi gerekir ki depresyon bir hastalıktır. Depresyonda olan bir kişinin sinir sisteminde bazı hormonlar (nörotransmiterler) düzensiz salgılanır. Kişide görülen iştah, uyku, hâlsizlik, durgunluk gibi fiziksel belirtiler bu hastalığın biyolojik sonuçlarıdır. Şeker hastalığında insülinin az salgılanmasına bağlı olarak düşen kan şekerinin irade gücüyle yükseltilemeyeceği gibi, depresyonda bozulan serotoninmetobolizması da irade gücüyle düzeltilemez. Dindar insanlar depresyona girmez Depresyon her yaş, cins ve kültürdeki insanda görülebilir. Ülkeler ve kültürler arasında depresyonun görülme sıklığı bakımından çok fark yoktur. Dolayısıyla depresyona giren insanların dinî inançları da çeşitlidir. Dinî inançları çok kuvvetli insanların da depresyona girmesi, bir kliniğe başvurması garipsenecek bir durum değildir. Depresyon, biyolojik kökenleri olan bir hastalıktır. Diğer biyolojik kökenli hastalıklarda olduğu gibi depresyon tedavisinde dinî inançlar yararlı bir biçimde kullanılabilir. Depresyonun en acı sonuçlarından biri de intihardır. Müslümanların depresyona girdiklerinde inançları nedeniyle intihara daha az yöneldikleri bilinmektedir. Depresyondaki kişi, kendini kötü ve değersiz hisseder, suçluluk duyguları fazladır. Eğer çevresi ona depresyonun sebebinin iman zayıflığı olduğunu söylerse hasta bu durumdan daha çok etkilenecektir ve kendini kötü hissedecektir. Kısacası depresyonun, iman zayıflığından kaynaklandığı görüşünü savunan kimseler depresyondaki insanların iyileşmesini engellemektedirler. Depresyon için verilen ilaçlar uyuşturucudur Günümüzde kullanılan depresyon ilaçlarının sürekli uyku verme gibi yan etkileri yoktur ya da çok azdır. Diğer yan etkileri ise hafif ve geçicidir, günlük hayatın sekteye uğramasına neden olmaz. Hafif düzeyde depresyon geçiren kimseler, işlerini sürdürerek bu ilaçları kullanabilirler. Bu ilaçlar ders çalışmaya, rutin iş hayatına etki etmez. Depresyon ilaçları bağımlılık yapmaz, bağımlılık yapabilen ilaçlar özel kontrole tabidirler ve reçete ile satılırlar. Ayrıca depresyon ilaçları, insanları farklı bir kişiliğe büründürmez, sadece tedaviye yardımcı olma maksadıyla kullanılır. PENCERELER Ahmet Rasim Akdağ ahmetrasim.akdag@ihlaskoleji.com Hakkında bilmediğiniz 3 şey Fotoğraf makinesi > 8. yüzyılda Cabir İbni Hayyam adlı bir Arap'ın Gümüş Nitrat'ın güneş ışığı etkisiyle karardığını bulması ve 15. asırda büyük sanatçı Leonardo da Vinci'nin karanlık odada mevcut ufak bir deliğin dış dünyadaki görünümlerini aksettirmesi, fotoğrafçılık tarihindeki önemli başlangıçlardır. > İlk fotoğraf makinesi, önü mercekli ışık geçirmez kutuydu. 1802'de İngiltere'de Thomas Wedgwood, gümüş nitratlı kâğıt ya da deri üstüne görüntü kaydetti ama görüntü sabitlenmedi. 1827'de Niepce, duyarlı levha üzerine ilk görüntüyü saptadı. Bir manzara resmi için, duyarlı tabakaya poz süresi 8 saatti. Ressam Daguerre, bir ucunda mercek, öbüründe buzlu cam olan karanlık kutuda görüntü elde edip taslaklarını bunun üstüne yapıyordu. Daguerreotype adıyla anılan yöntemi, dünyaya yayıldı. 1840'larda ABD'de her kentte bir daguerreotype sanatçısı vardı. > 1852 yılında George Eastman, Kodak makinelerinde 10 poz çekebilen bromür kaplı Jelatin rulolar bulunan Kodak fotoğraf makinelerini piyasaya sürerek çok büyük aletler taşıması gereken fotoğrafçıya kolay hareket imkânı sağladı. Fotoğraf çekildikten sonra makine, fabrikaya gönderiliyor ve jelatin film kâğıttan ayrıldıktan sonra bir cam üzerine yerleştiriliyor ve sonra yeniden makineye film doldurularak makine sahibine iade ediliyordu. tweetçi twitter.com/AhmedRAkdag @_metrobus_ adlı hesaptan paylaşılan metrobüs ile alakalı tweetler Şirinevler durağında beni karşılayan kalabalığı görünce, kendimi yurt dışından transfer olmuş meşhur bi futbolcu zannettim. Metrobüste cep telefonuyla oynamayanı dövüyorlar. Oksijensiz solunum yapan canlıya örnek: metrobüs yolcusu. Hadi aşık adamın ayakları yere basmıyor Leyla olmuş. Ya metrobüsteki herkes mi aşık kimsenin ayağı yere değmiyor. Allah metrobüse binen herkese Temple Run kondisyonu nasip etsin. Amin. Sezen Aksu'nun bu şarkıyı metrobüsten inenler için yaptığını biliyor muydunuz? "Gidiyorum Kokun Hâlâ Üzerimde" Uslu bir yolcu olursanız Burhaniye durağında inip binenleri görebilirsiniz. Metrobüse binme telaşı > Düğün telaşı. Boş koltuk kapmak için gösterdiği çabayı, özveriyi derslerine verse şimdiye profesör olmuştu. Türkiye A Milli Güreş Takımı seçmeleri şu an Zincirlikuyu metrobüs durağında yapılmaktadır. İhlas Koleji'nden mektup Hami Koç - hami.koc@tg.com.tr Sosyal medyanın asosyal sakinleri Geçenlerde 13 yaşındaki çocuğuna cep telefonu alan ve telefonu çocuğa teslim etmeden önce bir sözleşme imzalayan Amerikalı annenin haberi vardı her yerde. Annenin hazırladığı 18 maddelik sözleşmede şu maddeler yer alıyordu: "Bu telefon benim, bunu sana kullanman için ödünç veriyorum. Telefondaki şifreleri benimle paylaşacaksın. Telefonu okula götürmeyeceksin. Bozulursa kendi paranla yaptıracaksın. Ben aradığımda veya baban aradığında bize mutlaka cevap vereceksin. Bazen telefonu evde bırakacaksın. Google olmadan da bir şeyler araştırmayı öğreneceksin. Zararlı şeyler seyretmeyeceksin vs." Bu haberi okuyunca, günümüzde çocuk yetiştiren anne babaların, önceki devirlere göre birçok ek sorumluluğunun olduğu da açıkça görülüyor. Her konu için çocukla sözleşme imzalamak zor tabi. Çünkü zihinleri kurcalayan tek konu cep telefonu kullanımı değil. Cep telefonunun yanında bilgisayar, internet ve tele-vizyon kullanımı, arkadaş seçimi, ders çalışma gibi konular da eklenirse herhalde anne babaların çocuklarıyla imzalaması gereken sözleşmenin en az 10 sayfa kadar olması gerekir. Bu konular belki sözleşme maddeleri olarak yazılmıyor ve imzalanmıyor ama sürekli olarak anne babaların gündemlerini işgal etmeye devam ediyor. Dünyada sosyal medya kullanıcılarının sayısıyla birlikte anne babaların kaygıları da artıyor. Her teknolojik gelişme, hayatı bir yandan kolaylaştırırken bir yandan da zorlaştırıyor. Hele henüz küçük yaşlarda bir çocuğunuz varsa işiniz daha da zor demektir. Mesela; bir yandan sürekli, sosyal medya kullanımının günümüzde ne kadar yaygınlaştığını ve ne kadar etkili olduğunu okuyoruz, diğer yandan çocuğumuzun sosyal medyadan zarar görmemesi için önlemler almaya çalışıyoruz. Sosyal medyayı gereğinden fazla yüceltenlerle, tamamen silip atanların arasında bir yerde, dengede durabilmek için gayret gösteriyoruz. Çocuğumuz, sosyal medyanın asosyal sakinlerinden olmasın diye endişe içinde çözüm yolları üretmeye çalışıyoruz. Akıllı telefonların aklına güvenmediğimiz için bir yanımız hep tedirgin. Ama yapacak bir şey yok. Birçok konuda olduğu gibi teknoloji kullanımı konusunda da aşırı uçlarda olmak hem bize hem çocuğumuza zarar verir. Bu yüzden dengeli hareket etmek zorundayız. Bir toplantı esnasında sosyal medyanın zararları ve riskleri hakkında konuşurken bir arkadaşımız güzel bir örnek verdi ve, "Her gün araba kazalarında insanlar ölüyor ama biz araba kullanmaya devam ediyoruz" dedi. Biz de araba kullanmaya devam edeceğiz elbette. Ama kazasız belasız bir sürüş için ciddi tedbirler almak zorundayız. Bu konuda insanın kendine çok güvenmesi de yetmiyor. Siz ne kadar iyi sürücü olursanız olun karşıdan gelen arabanın şoförü sarhoş veya acemiyse tehlike var demektir. Velhasıl, çocuklarımız sürekli dijital ortamda seyahat hâlindeyken, biz anne babaların gözüne pek uyku girmiyor. Sosyal medyada, başta dilimiz ve diğer değerlerimizle gereği kadar sosyal ve sağlıklı bir meşguliyet diliyorum efendim.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.