Tamer Bey niç'ün sanat?

A -
A +
Çocuklar bile duydu. Bir cemaat gazetesine konuşan Tamer Karadağlı Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan çok korkuyormuş. Bizler, etliye sütlüye dokunmayan sanatçı prototipi bu beyefendinin kendi kendine film olmasının nedenini düşünürken Emre Kınay da topa girdi. Meğer "hayır o daha çok korkuyormuş." Öyle ki, yaşı yetse Nazi Almanyasında bile daha az korkacağını hissediyormuş. Nasrettin Hoca fıkrasındaki gibi ahaliye "Biraz da biz korkalım" dedirten "öbürsüleri" zaten biliyorsunuz.
Allah Allah...  Aslında, "Koca bir adam oy vermese gidecek, yani kendine muhtaç bir siyasetçiden niçin korkar ki" diye sorup fazla konuşmadan bu üç kuruşluk operayı terk etmek  gerek. Ama hisseli harikalar kumpanyası büyük, olmuyor işte. Sorular soruları getiriyor.
Mesela halkın, sesini çıkartacak sanatçılara ihtiyaç duyduğu günlerde b tipi dizi ve filmlerle, "ham çökelek" türü türkülerle müesses nizamın apolitikleştirme kampanyasına layıkıyla hizmet eden bu arkadaşlar ne ara politikleşmişler acaba?
Evet kendilerini tanırız. Mesela;
Bölgede köylerin boşaltıldığı, binlerce hektar ormanın devlet tarafından yakıldığı, 50 bin canın yitip gittiği savaşın sürdüğü 90'lardaki 75. yıl kutlamalarından...
Seçilmiş hükümetlerin muhtıralarla devrildiği dönemlerde, fırınlardaki böceklerin peşine düşüp temiz topluma sahip çıkan Uğur Dündar'ın ana haberinin arkasına takılan havuçlu-tarçınlı kek dizilerinden, filmlerinden...
Sayıları 17 bini bulan faili meçhullerde Kürtler, gazeteciler, solcu gençler infaz edilirken özel harekâtçı kamuflajıyla katıldıkları polis balolarındaki performanslarından...
Başörtülü vekil Meclis'ten, Ahmet Kaya da ülkeden kovulurken gazetelere verdikleri mülakatlardaki laiklik ve milliyetçilik güzellemelerinden...
Cezaevlerinde 100 mahkûmun öldürüldüğü, yüzlercesinin de sakat bırakıldığı açlık grevlerine müdahale zamanı  "sahte oruç kanlı iftar" manşeti atan M.Yakup Yılmaz'ın gazetesinin magazin sayfalarından...
 
Devletin sanatçıları
 
Evet, biz solcusuyla sağcısıyla, dindarıyla Alevisiyle, Kürtüyle Ermenisiyle çok ama çok korkarken siz bugün arkasına sığındığınız o sanatçı kimliğinizle darbe rejiminin ve ceberut devletin yanındaydınız.
Bizi yalnız bıraktınız.
Şimdi ise, sanat piyasasının iktidarına yaranmak için, sayelerinde para kazandığınız ama hep küçümsediğiniz o halkın oylarıyla siyasal iktidarı alanlara karşı "safları sıklaştıralım" diyorsunuz.
Halkına karşı örgütlenmiş, gücünü ordu, polis, yargı ve bürokrasiden alan 80 yıllık ceberut devletin ideolojik aygıtı rolünü oynamakta beis görmemiştiniz. Bugünse, eylemlerini ve politikalarını siyasetin tolere edebileceği, gitmeleri halkın bir oyuna bakan meşru siyasetçileri desteklemeyi en büyük demokrasi ayıbı sayıyorsunuz.
Sahi siz bizi aptal mı sanıyorsunuz?
Doğru sizi biz palazlandırdık. Servetinize servet, ününüze ün kattık. Sanatçı yerine koyduk.
Ama ne yapalım, Passolini'nin dediği gibi: Kültürel bir çöl varsa orada her şey mükemmeldir. Üyesi olduğunuz kültür endüstrisinin vasatlığında, aşağılanmaktan zevk alır hâle geldik.
Müslümanı, cami derneğine para toplayan sahtekâr yobaz tipine eşitleyen sinemanızı izledik. Kürt'ü, "şivesi bozuk", suça meyilli yabani olarak karakterleştirmenize güldük. Ermeni'yi, Musevi'yi, Rum'u hain, paragöz ve "yabancı" olarak resmetmenize ses çıkartmadık. İrademizin, yani onurumuzun temsilcisi siyasetçi yalancı, onurumuzu defalarca çiğneyen darbecileri ise namus timsali kurtarıcılar olarak "doğallaştırmanıza" güldük, geçtik. Kadın zaten "eserlerinizin" cinsel metasından öte bir şey değildi.
Evet Nazım'ın dediği gibi: "Suçun büyüğü bizim."
Hâlâ kimilerimiz, stüdyonuzun, tiyatronuzun mal sahibiyle düştüğünüz ticari anlaşmazlığı bile, siyasal iktidara bağlayıp vasatlığınızı, sanatsal yetersizliğinizi, beceriksizliğinizi "politikayla" sübvanse etme cinliğinize kanıyor.
Aramızda, devletin ya da özel sektörün yaptığı her besteyi almasını, çağdaş cumhuriyetin gereğiymiş gibi sunan Fazıl Say'ın kibrini ve paragözlülüğünü muhaliflik sananlar da var.
"Bayram değil seyran değil sermaye devrimimi niye öptü" diye sormadan banka yayınevlerinin gülü yazarların kitaplarını Mao'nun Kırmızı Kitabı gibi havada sallayarak sokak eylemlerine koşanlar da...
 
Nefesim nefesine derken...
 
Haklısınız, Pazar yazısı diye lafı biraz uzattım. Bu çadır tiyatrosu yıllardır gözümüzün önünde sergileniyor zaten. Keşke "halkın devrimci sanatçılarından" Erdal Beşikçi'nin "Türkiye Türklerindir" gazetesinin Kelebek ekindeki itiraflarını yazıyı bitirmeden önce görseydim. Sağ olsun buraya kadar anlattıklarımı bir cümlede itiraf etmiş de:
"Ben muhalif bir adamım. Hangi parti iktidar gelirse gelsin muhalefetim devam eder. Çünkü ben halkın tarafındayım. Halkla birlikte nefes alıyorum. Sanatçı dediğin halkla beraber doğru nefes alabilen insandır."
Aman Erdal Bey siz yine de halkınızla çok derin nefes almayın, baksanıza başınız dönmüş. Zira halkın çoğunluğunun yan yana gelip oylarını birleştirerek kurduğu iktidarı, sizin söylediğiniz gibi kategorik olarak reddetmeye, tanımamaya dünyanın her yerinde başka bir ad veriliyor. Ve bu işe de genellikle sanatçılar değil, üzerinde üniforma, elinde silah olanlar bakıyor.
Tamam anlıyorum, "Halk var halk var arkadaş. Halk eşittir ama bazı halklar daha eşittir. Muhafazakârdan halk mı olur" diyor olabilirsiniz. Belki de Mısır'da seçilmiş iktidara muhalefet eden meslektaşınız Tarık El Nahri'nin, oyuna sahip çıkmak için sokağa dökülen halkı askerlerle birlikte avlamaya çıkması kafanızı karıştırmıştır.
Ama rica edeceğim unutmayın, bu mantık eleştirmenlerin ve izleyenlerin başarıyla oynadığınızı söyledikleri "Bir delinin hatıra defteri" için bile delice.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.