Divanda bir Mihri varmış!

A -
A +

Mihri Hatun… Bizim ihmal ettiğimiz ama NASA’nın tanıdığı nadide bir hanım şairimiz. Üstelik sadece tanımakla kalmayıp genellikle kadınlarla anılan Venüs’te bir kratere adını verdiği klasik Türk edebiyatının nadide sultanlarından biri… NASA, Venüs’teki kraterlere isim verirken Türk edebiyatından da iki hanımı seçmiş, birisi Halide Edip, diğeri Mihri Hatun!

Elin oğlu biliyor, tanıyor. Peki, biz biliyor muyuz? Mihri Hatun kim? Türk edebiyatının Zeynep Hatun’dan sonraki ilk kadın şairlerindendir. Bir divanı vardır ve bu eser ilk kez 1967 senesinde Rus Türkolog Elena Maştakova tarafından neşredilmiştir.
15. yüzyılda Amasya’da yaşamış, bir divan oluşturacak kadar şiirler kaleme almış olan Mihri Hatun, Şair Belâyî olarak da bilinen Amasya Kadısı Hasan Amasyevi’nin kızı, Halveti Dergâhı Şeyhi Gümüşlüzade Şücaeddin Pir İlyas’ın torunudur.  
Babasından ve dedesinden edebiyat, fıkıh, Farsça, İslam tarihi gibi pek çok alanda dersler alan Mihri, her anlamda devrin üst düzeyde bir ailesinden geldiği için henüz on dört, on beş yaşlarında iken Amasya’ya sancağa gelen Şehzade 2. Bayezid’in validesi Gülbahar Sultan’a bir nevi danışmanlık, yoldaşlık yapması için sarayda görevlendirilir.
Mihri Hatun, saraydaki görevini ifa ederken bir yandan da Şehzade Bayezid’in şiir meclislerini takip eder. Özellikle dönemin önemli şairlerinden Necati Bey’in şiirlerinden derinden etkilenir ve Necati Bey'in şiirlerine sayısız nazire yazar.
Gülbahar Sultan’ın ağzından Fatih Sultan Mehmet’e yazdığı gazel ile Şehzade Bayezid’in ilgisini çeker. Gülbahar Sultan, Fatih tarafından saraydan gönderilince derin bir düş ve gönül kırıklığı yaşamaktadır zira:
“Olmasın ağyar ile yâri ilahi kimsenin/Artmasın günden güne derd ile âhı kimsenin
Hüsn eline Şah olalıdan yakar dil şehrini/Böyle zalim olmasın hiç padişahı kimsenin”
“Böyle zalim olmasın hiç padişahı kimsenin” dizesinde büyük bir gönül kırıklığı yaşadığı belli olan Gülbahar Sultan’ın Fatih Sultan Mehmet’e olan sitemleri gizlidir… Mihri Hatun, Gülbahar Sultan’ın bu gizli elemini böylesine içselleştirmiştir.
Şiir kabiliyetini fark eden Şehzade Bayezid, şiir meclislerine bundan böyle Mihri Hatun’u da davet edecektir. Kısa zamanda geniş kültürü ve güzelliğiyle şöhreti bütün Amasya’ya yayılır. Bir süre sonra Amasya’nın önemli ve köklü ailelerinden olan Müeyyedzade’lerin oğlu Abdurrahman Hatem Çelebi ile bir gönül bağı olur.
Pek çok şiirinde âşık olduğunu alenen dillendirir Mihri Hatun. Ancak bu aşk hikâyesi bir dedikodu üzerine yarım kalır zira Abdurrahman Hatem Çelebi’nin Şehzade Bayezid’i kötü alışkanlıklara bulaştırdığı haberini alan Fatih, Müeyyedzade Hatem Çelebi için ölüm fermanı çıkarır. Bunun haberini alan Şehzade Bayezid, çocukluk arkadaşını tebdili kıyafetle Sancaktan yollar. Önce Halep’e, daha sonra Şiraz’a giden Müeyyedzade, Celâlüddin-i Divâni’nin öğrencisi olur, kendini ilme adar...
Ve Mihri için hayatının en kederli yılları başlar:
“Eyledi yâr beni dert ile avare medet/Ölürüm etmez ise hasret ile çare medet
Öldürürem der imiş zülfüne çeşmin beni yar/Verme cellat eline as beni ol dara medet”
Mihri Hatun, uzun zaman bu aşk acısıyla savrulur. Kimseyle evlenmez ve bekler. Ancak bu uzun bekleyiş daha acı bir ayrılıkla son bulacaktır. Fatih Sultan Mehmet Han’ın vefatıyla tahta çıkan Şehzade Bayezid, Hatem Çelebi’yi İstanbul’a çağırır. Birkaç günlüğüne Amasya’ya uğrayıp Mihri Hatun’la son bir kez görüşüp veda eden Hatem Çelebi, İstanbul’a revan olur. Bu ayrılıkta Hatem Çelebi’nin kulağına giden dedikoduların payı büyüktür zira bu zaman zarfında Mihri’nin çok sayıda talibi olmuş ancak reddedilen bu kimseler Mihri hakkında birtakım yalan yanlış rivayetler yaymışlardır. Mihri, bunu şu dizelerde ifade etmektedir:
“Müdde’inün sözüne uydun beni yâr itmedin/ben de senden vazgeçtim, vazgeçtim var git”
Hatem Çelebi’nin ardından uzun süre gözyaşı döken Mihri Hatun’un şu çok tanınan şiiri gerçekten hüzün ve sitem doludur:
“Ben umardım ki bana yâr-ı vefâdar olasın/Ne bileydim ki böyle cefakâr olasın.
Beddua etmezem amma ki Hudâ’dan dilerim/Bir senin gibi cefakâra hevâdar olasın”
Müeyyedzade Abdurrahman Hatem Çelebi, dönemin en önemli bilginlerinden biridir. Şairdir aynı zamanda. Sekiz bin kitaptan oluşan devrin ilk özel kütüphanesi ona aittir. Devlet kademelerinde hızla yükselir. Bir süre Kalenderhane ve Sahn-ı Seman medreselerinde müderrislik yaptıktan sonra Anadolu, ardından da Rumeli Kazaskeri olur...
Müeyyedzade’nin İstanbul eşrafından zengin bir tüccarın kızıyla evlendiği haberi Mihri’nin bağrına ateş gibi düşer. 
“Cümle âlem halkını ağyâr idindüm seni yar/Sen dahî ağyâr imişsin böyle bilmezdim seni
Ey ki düştün Mihri her bî-vefanın payine/Sen dahi bî’ar imişsin böyle bilmezdim seni”
Mihri Hatun, daha 15. yüzyılda kadının sesi ve nefesi olmuş, bugüne kadar gelen muhteşem bir divan kaleme almıştır. Amasya Belediyesi “Mihrinağmeler” adıyla bestelenmiş şiirlerinden oluşan bir güldeste yayınlamıştır. Tavsiye ederim.
Divandaki bu nadide hanımefendiyi rahmetle anıyorum...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.