Bu nice okumaktır?

A -
A +
Önceki gün sosyal medyanın gündeminde bir meslek lisesi öğrencisinin videosu vardı. Videoyu esefle seyrettik. Öğrenci, sınıfta öğretmenini taciz ediyor, türlü saygısızlıklarla hocasının sabrını sınıyordu. İzleyenlerden kimi şaşırdı, üzüldü, geleceğimiz adına kaygılandı. Kimi de öğrenciyi, öğretmeni, sistemi suçladı. Diğer bir kesim de mutad alışkanlıktan olsa gerek hükûmetin eğitim politikalarını eleştirdi ve bütün suçu hükûmetin üzerine yıktı.
Oysa oldukça girift ve çok boyutlu bir mesele duruyordu karşımızda. Sosyolojik, kültürel ve ahlaki değerlerle açıklanacak bu hadise, herkesin ortak sorunuydu. Öğretmenine edepsizlik yapan çocuk, bizim çocuğumuz, bu saygısızlığa maruz kalan kimse, bizim öğretmenimizdi.
Bizlerin öncelikle cevaplaması gereken soru, bu çocuk bu hâle nasıl geldi sorusudur. Mesele sadece öğretmen öğrenci sorunu da değildir. Küçüğün büyüğüne saygı ve itibar göstermediği, utanmadığı böylesine acınası bir ortama nasıl evrildik, biz bu hâle nasıl geldik mevzuudur.
“Hababam” sınıfları artık her yerdedir, otobüste, sokakta, AVM’de, iş yerinde… İşin en acıklı tarafı da bu sınıflarda sevgi yok, duygu yok, merhamet ve vicdan yok! Ne kadın, ne yaşlı, ne genç, ne çocuk dinliyor bu “Hababamlar”…
Merhamet, vicdan, sevgi, saygı, vefa, hoşgörü, diğerkâmlık, kadirşinaslık, hürmetkârlık gibi kavramları ters yüz ettik. Anneler ve babalar çocuklarını okullara gönderdikten sonra görevlerinin bittiğini sanıyorlar. Hâlbuki ahlak, terbiye, nezaket, nezahet, hürmet etme, vicdanlı ve merhametli olma, haram ve helal önce aileden öğrenilir. Öğretmenin birinci vazifesi “Talim ve terbiye” kabilinden öğrenciyi eğitmek, bilgiye aracılık yapmak ve ardından güzel ahlak öğütlemektir.
Öğretmen ve müdürlerini döven, yaralayan, öldüren, dalga geçen, sokaklarda taşkınlıklar yapan gençleri gördükçe öğretmenleri, sistemi ve Millî Eğitim Bakanlığını suçlayan herkes, önce kendini sorgulamalıdır.
Talim ve terbiyeyi sadece meslek edinmeye tahvil ettiğimiz içindir ki hayal kırıklığı içindeyiz. Eğitimin, terbiyenin, öğrenmenin amacı öncelikle kendini bulmaktır, kendini bilmektir oysa. Yüzyıllar öncesinden Koca Yunus ne kadar manidar seslenmiş günümüze:
“İlim ilim bilmektir
İlim kendini bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Bu nice okumaktır?
Okumaktan murat ne
Kişi Hakk’ı bilmektir
Çün okudun bilmezsin
Ha bir kuru emektir!”
İçi boş, gündelik telaşlar, dünyalık koşuşturmalar ve mekanik ortamlar insani taraflarımızı günden güne kemiriyor fark ettirmeden. Sosyal medya, televizyonlar, gazeteler, diziler, sinema filmleri, okunan kitaplar, dergiler, sokak… Hemen her yer bedbin duygular zerk ediyor ruhumuz erbabına.
İnsan ruhu, rahatlatan, huzur veren, gönle ve akla hoş gelen latif duygulara ziyadesiyle ihtiyaç duyar. En çok seyredilen televizyon kanallarına bakınız ne şiir, ne musiki ne de irfani sohbetler vardır! Sosyal medya ise baştan sona bir savaş meydanı gibidir…
On yıllardır televizyon kanallarımız bütün yayınlarını reyting ölçümlerine göre yaptılar. Gazeteler, haber ve yorumlarını yine tiraj sayısına göre verdiler. Belediyeler bile getirdikleri konuşmacılarda faydacılıktan ziyade popülerliği baz aldılar. Konsere çıkardıkları sanatçıları ise örnek kişiliklerden değil, magazin figürü olup olmadıklarına göre tercih ettiler!
Verdiğimiz bu örnek gerçekten de çok büyük bir talihsizlik lakin özellikle dikkat çekmek istediğim husus şudur. Böylesi örnekler zuhur ettiğinde hemen başlıyoruz eğitim sisteminin arızalarından bahsetmeye! Oysa hepimiz, herkes ve bütün toplum suçludur eğer ortada bir suç varsa. Çünkü bu hadise toplumsal tavırlarımızın genel bir ortalamasıdır aslında. Yani ne ektiysek, onu biçiyoruz…
Dolayısıyla bu çocuklar hepimizin eseridir!
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.