Hem önemli hem değerli!

A -
A +
Gazetemizin Haber Müdürü Fatih Selek’in önceki gün yazısında bahsettiği “Passat” marka beyaz araba skandalı ile ilgili haberi okuyunca hiç şaşırmadım; zira artık etrafımız böyle sonradan görme tiplerle kaynıyor! Maalesef!
Fatih Bey'in sözünü ettiği böylesi tipleri gördükçe her nedense Tanzimat döneminin önemli gazetecisi Direktör Ali Bey'in mizah kitabı “Lehçetü’l Hakayık” aklıma gelir.
Direktör, bu kitabında birtakım kelimelere sözlük anlamının dışında mizahi tarafı ağır basan anlamlar yüklemiş! Mesela bu kitapta “CÜCE” “Önemli zannettiğimiz adamların yakından görünüşü” olarak tanımlanıyor.
Önemli ve büyük adam dediğimiz kimseleri gereksiz yere şişirip büyütenlerimiz vardır elbette. Toplum olarak önemli ve değerli kavramlarını birbirlerinin yerine kullandığımızdan mıdır yoksa her önemli koltuğu kapana anında “değerli” sıfatını da eklediğimizden midir bilinmez bu iki kelime birbirinin yerine bile kullanılır olmuştur!
Oysa kıymetli, değerli ve önemli sözcükleri ayrı manalar taşırlar.
Kıymetli insan, her mekân ve zamanda değerlidir zira insanlık kumaşı paha biçilmezdir, insandır, gönül ehlidir, mana tarafıyla yüreklerin taraçalarına oturmuştur. Kıymetli insanın yürüyüşü şartlara göre, mevzilere göre değil, hak bildiği yolda erdemlice ve hasbicedir. Kıymetli insan hangi işi yaparsa yapsın o işi de beraberinde kıymetlendirir, ziyadelendirir.
Değerli insan kendisini seven için her türlü övgüyü hak eder. Sevenleri tarafından buna layık görülür. Bu bakımdan her insan az çok değerlidir, sevimlidir, şirindir sevdiklerine.
Önemli insana gelince…
Sahip olduğu bu kisve pahalı bir kıyafet gibidir. Tıpkı Nasrettin Hoca'nın kürkü hikâyesinde olduğu gibi kürkü sırtındaysa önemlidir, kürkünü kaybedince tabiri caizse dış kapının mandalıdır.
Peki, hayat değer mi böylesi bir ÖNEM’E!
Malatyalı mutasavvıf Niyazi-i Mısrî asıl gayemizi şöyle ifade ediyor bir gazelinde:
“Sen seni bilmektir ancak pire ülfetten garaz
Noktayı fehmeylemektir ilm-ü hikmetten garaz”
(Bir mürşit ile görüşmekten maksat, kendini bilmektir, ilim ve hikmetten maksat ise bir noktanın sırrına vâkıf olmaktır...)
Dünya nimetlerinden vazgeçmek her insanın kârı değildir ama kıymetli insanın arzuladığı şeydir en azından. Nefsinin kulu kölesi olmuş kişilerin insanlığa ne gibi faydaları olabilir ki? Ancak kendi nefsini azat etmiş, dünyanın bütün faydalarını emekliye ayırmış, kendinin de sıradan bir kul olduğunu unutmamış kimseler gerçek anlamda “büyük adam” ve  “Dava adamı” olabilirler!
“Nefsini bilen irermiş bir tükenmez devlete
Fakr-ı Fahri’dir Niyazi bil o devletten garaz”
(Nefsini bilenler o mana ikliminin servetini de elde ederler, Sevgili peygamber: “Fakrımla fahrederim: fakir oluşumla övünürüm” buyurmuştur. Niyazi-i Mısrî de bu beytinde asıl zenginliğin fakirliğiyle övünmek olduğunu ifade etmektedir.)
Direktör Ali Bey’in “Cüce” kelimesi bizi başka diyarlara sürüklese de dönüp dolaşıp yine “Lehçetü’l Hakayık” kitabına geldiğimizde müellifin ilginç ve gülümseten bambaşka kelime oyunlarına da rast geliyoruz ve sizlerle paylaşmak istiyoruz:
Şair: Söz kantarcısı. Yazı: Gözle görülen fikir. Âlim: Her şeyi bilmediğini bilen. Aferin: Ucuz hediye. Avukat: Suçluların çamaşır yıkayıcısı. Ahlak: Akıl polisi. Yaş: Kadınların saklamaya muktedir oldukları tek sır. Kefen: Modellere başvurulmadan biçilen elbise. Sükût: Çok kuvvetli, müthiş söz. Şiir: Darası alınmış söz.
Demek ki ne imiş, asıl hüner hem önemli hem de değerli olabilmekte imiş!
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.