Vakt-i şerifiniz hayrolsun!

A -
A +
Vakit nakittir demiş atalarımız.
Demişlerse de pek inanmayız aslında nitekim vakit ne elle tutulur, ne de sahip olunur. Nakit olsaydı onu çalıştırır, çoğaltır, cüzdanlara saklar üzerine kırk düğüm atardık…
İşte bir seneyi de elimizden kaçırıverdik. Bir sene, Koca Yunus’un deyişiyle “Günler gelip geçmekteler, kuşlar gibi uçmaktalar” misali elimizden uçup gitti. Hangimiz yetiştik onu tutmaya, hangimiz gitsin istedik, hangimizin gücü yetti?
Bakmayın “yılbaşı” çılgınlığıyla kimi insanların yeni yıl kutlamalarına. Sanki bu yeni gelen sene eskimeyecek, sanki bitmeyecek. Aslında zaman karşısında acizdir insanoğlu. Peki, insanoğlu, acizdir de vaktin seneidevriyesinde neden böylesine çılgın ve pervasızdır?
Zaman karşısında en gerçekçi itirafı şair Ayhan Helvacıoğlu yapmış galiba. Dünyanın her dönüşte kendisinden bir şeyler aldığını gören şair, bakınız ne diyor:
“Yetti canıma/Durdurun artık şu dünyayı,
Durdurun ne olur/Durdurun inecek var.”
Şair Yahya Akengin de “Derviş sabrına şiirler ekliyorum” diye ifade ederek aslında bu şiirinde hepimizi aynı duyguya davet eder gibidir: 
“Biraz da siz beni dinleyin hatıralar,
Temmuz dağlarına yağmur bekliyorum şimdi.
Aynalar çağıracak bir gün sizi,
Bir gün tutacak geçitleri kar,
Tutacağım biraz pişman, biraz yorgun ellerinizi.”
İnsan ömrü ne kadar kısadır aslında. Vakt-i şerif, sebeb-i gufrandır. Her geçen 'an’a böyle bakmak icap eder. İnsan, geçen her mevsimin, yağan yağmurun, düşen karın, geçen günün, gecenin aslında kısalan ömrümüz olduğunu bir türlü idrak etmez veya işine gelmez. Tükenen ömür defteri üzerinde tefekkür etmek biraz cesaret ister. Bunu itiraf eden de büyük şairimiz Yahya Kemal Beyatlı olmuş. Bakınız 'Eylül' şiirinde bu duygusunu nasıl itiraf ediyor:
“Yalnız bu semti sevmek için ömrümüz kısa,
Yazlar yavaşça bitmese, ömrümüz kısalmasa.”
İnsan yaşlandıkça hüzün galebe çalıyor. Bu hüznü en fazla duyanlar vaktin geçiciliği üzerine tefekkür edenler elbette. Şair Attila İlhan, bu hüznü “Yaşlandıkça insan, dünya başkalaşıyor” diyerek anlatıyor.
Vaktin darlığı üzerine öyle çok söz söylenmiş ki… Lakin insanoğlu bu sözleri hiç üzerine alınmamış. Ölüm, yaşlılık, ömrün kısalması hep başkaları içindir! Herkes kendinin 'ölümsüz' olduğunu sanır ki vakit üzerinde pek de düşünmek istemez veya aslında kendini kandırır. Oysa derviş meşrepli şairimiz Abdurrahim Karakoç bu gerçeği ne de güzel anlamış ve anlatmış:
“Esasta her canlı mutlak bir ceset,
Dünyamız soluyan ufak bir ceset,
Evren teneşirde çıplak bir ceset,
Yunduğu noktadan bin yıl uzakta.”
Karakoç Usta böyle söylerken, zaman üzerine en fazla teşrik-i mesai yapan usta Ahmet Hamdi Tanpınar, geçen vakit karşısında insan muhayyilesinin bilinç akışını şu sözleriyle ifade eder:
“Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpare geniş bir anın,
Parçalanmış akışında.”
Muvakkitler, vakitlerle ilgili hesaplamada kullandıkları usturlap, güneş saati, rubu tahtası, kıblenüma ve saat gibi âletlerin ayar ve tamirlerini iyi bilen kişilerdi. Osmanlı muvakkithaneleri meşhurdur. Bosnalı şairlerden Sabit de vakte başka bir cepheden bakmış:
“Şeb-i yeldâyı müneccimle muvakkit ne bilir,
Mübtelâ-yı gama sor kim geceler kaç saat!”
(Yani, en uzun geceyi; işi, onu hesaplamak olan müneccime, muvakkite sorma; onlar bilmez. Gecelerin kaç saat olduğunu gama tutulmuş olana sor!..)
"Sultanü’ş-Şuara" Necip Fazıl Kısakürek ise, zaman telakkisini şöyle dile getirir:
Yıldızların korkarım, düştüğü yerdesiniz;
Geçen dakikalarım, Kimbilir nerdesiniz?”
Ne diyelim, vakti şerifiniz sebeb-i gufran olsun, seneniz hayırlı olsun…
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.