Nereden nereye?

A -
A +
“8 Mart” ardından bir yığın tortu bırakarak geçti gitti. Ancak tartışması devam ediyor ve uzun zaman da devam edecek gibi. “Kadınlar Günü" meselesi bu yıl gerçekten de oldukça tantanalı geçti. Hep merak etmişimdir. Kadınlar Günü’nün koskoca bir senede sadece bir güne sıkıştırılmış olması, kadının “hak, hukuk ve özgürlük” arayışının materyalist bir yaklaşımla, pırlanta yüzükler, takılar, çiçekler, pahalı hediyelerle vs. ilintilendirilmesi bilmem ki kimin veya kimlerin fikridir? Acayip bir şımarıklık! Hediye güzeldir. Ancak böyle değil! Dedelerimiz, ninelerimize beşibirlikler, bilezikler, metrelerce altın zincirler, küpeler, inciler almışlar da kimseler böyle şımarmamış! O vakur analar, yuvalarını tek taş ile değil, para pul ile değil, yürekleriyle kurmuşlar… O Sümeyye can analar, ruh ve gönül medeniyetini nakış nakış işlemiş, bu ülkenin geleceğinin bütün pahalı taşlardan daha kıymetli olduğunu bilip öğrenmişler, ocaklarını tüttürmek için gerektiğinde yüreklerini o ocağa atıp yakmışlardır. Anadolu baştan ayağa bu anaların acılarıyla ve ağıtlarıyla doludur! Böylesine ana olmuşlar, yâr olmuşlar, yâran olmuşlar. Feminist kadınlar bunları bilmezler… Vatan nedir, bayrak nedir, ezan nedir, sevmek nedir bilmezler! İşte bilmedikleri için, belki de çokça şımartıldıkları için biteviye isterler! Sahi, feminist kadınlar geçen gün İstiklal Caddesi'nde ne istiyorlardı? Hangi haklar kendilerine verilmemişti ki eylem yapmakta idiler? Feminist olmayan bir kadın olarak gerçekten merak ediyorum. Peki geçtiğimiz gün, eylem yapan bu kadınlar söylendiği gibi gerçekten de ezana saygısızlık etmiş miydi? Çünkü duyduklarım çok ciddi iddialardı. Kimseye haksızlık yapmak istemedim ve İstiklal Caddesi'ndeki kadın eylemini İHA’nın ve Türkiye gazetesinin videolu haberlerinde seyrettim. Açık söylüyorum kim ne söylerse söylesin ben gördüklerime inanırım ve gördüklerim karşısında gözlerim doldu. O ıslık seslerinin ezan başladıktan sonra volümünün artması bana gerçekten de hiç masum gelmedi. Kaldı ki birazcık dinimize ve ezana saygısı olan her birey, ezan sesiyle birlikte susulması gerektiğini çok iyi bilir… Tabii sağır değiller ise! Bu ülke Türkiye mi dedim. Ya bu kadınlar Türk anaları mıydı? Yahya Kemal bir şiirinde ezan için bakınız ne diyor:
Emr-i bülendsin ey ezân-ı Muhammedî
Kâfî değil sadâna cihân-ı Muhammedî
(Ne yüce bir emirsin ey ezân-ı Muhammedî, sesin için kâfi değil Müslüman ülkeler) Üsküp’te kabr-i mâdere olsun bu nev-gazelBir tuhfe-i bedî’ ü beyân-ı Muhammedî" (Üsküp’teki annemin kabrine Muhammedî bir ifade ve eşsiz bir hediye olsun bu yeni gazel…) Millî Mücadelede bu ezanlar susup dinmesin, ay yıldızlı bayrak inmesin diye Şerife Bacı, Nene Hatun, Halime Çavuş, Tayyar Rahmiye gibi ağzı dualı, eli kınalı analarımızın cepheye yürüyüşleri geldi aklıma sonra. Nereden nereye? Yerli ve millî kavramlarının da meğer içini çoktan boşaltmışız da haberimiz yokmuş, O meydanda konu sadece kadın sorunları olsaydı, kadının masumiyeti konuşulsaydı ve bu hanımların derdi ezilen, sömürülen, maddi ve manevi şiddete uğrayan, yoksul kadınlar olsaydı böylesi bir taşkınlık meydana gelmezdi. Nitekim derdi olan insan mahzundur, derdi olan insan taşkın tavırlar içine girmez ve böylesi durumlara asla müsaade etmezdi. Ezana karşı bilinçli veya bilinçsiz bu garip ve pervasız duruş bizleri derinden üzmüştür. Keşke gerçekten de söylendiği gibi masum olsaydı, keşke ezan sesiyle o ıslıkların derecesi yükselmeseydi ve buna gerçekten inanabilseydik! Feminist kadınlar bu ülkenin inançlı insanlarından, bu özel günü berbat ettikleri için bütün hanımefendilerden ivedilikle özür dilemelidirler.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.