Azerbaycan’da kadınlarla...

A -
A +
Azerbaycan’da kadınlar, gerçekten de çok etkinler. Bütün kurum ve kuruluşlarda başı kadınlar çekiyor. Hem bakımlı hem güzel ve hem de birikimli kadınlarla tanışıyorum. Bu coğrafyada kadın oldukça saygın ve önemli bir figürdür. Nitekim 28 Mayıs 1918 yılında kurulan Azerbaycan Demokratik Cumhuriyetinde ilk Cumhurbaşkanı Mehmet Emin Resulzade ve ilk Başbakan Nesip Yusufbeyli ve arkadaşları tarafından aynı yıl Azerbaycan’da kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmiş. Çok ilginç! Dünyada belki de ilk… Bakü’de Hazar'ın kıyısındaki güzel bir mekânda dört tıp doktoru hanımefendi ile olan derin sohbetimizde bana önce yukarıdaki bilgileri verip, "önce biz seçme ve seçilme hakkına kavuştuk" diyorlar ve içlerinden birisi sözü kültürel ortaklığa getirip bana şu ikazı yapıyor: “Bugün Bakü’de birçok millet yayınevi kuruyor, özellikle İran çok faal! İran burada yayınevi kurarak ne yapmaya çalışıyor olabilir? Kültürel anlamda Türkiye daha çok faal olmalıdır. Peki Türkiye’nin burada neden bir yayınevi yok?" Bu soru benim için elbette çok üzücü ve düşündürücüydü. Türkiye’nin daha etkin olmasını istiyorlar. Bugün Azerbaycan’da genç kuşakların tümü Latin alfabesini kullanıp Türkiye Türkçesiyle konuşup yazabiliyorlar. Televizyonlar, gazeteler, diziler derken doğal bir ortak dil vücuda gelmeye başlamış bile. Kitapların artık Azerbaycan Türkçesine aktarılma meselesi de kalmamış. Herkes rahatça okuduğunu anlıyor. İmam Maturidi hazretleri hakkında konuşuyoruz bir ara. Türkiye’de bir caddeye çıkıp rastgele üç kişiyi çevirip sorsanız İmam Maturidi’nin kim olduğunu bilmezler ne yazık ki. Azerbaycan’daki kimi aydınlar onun izinde yürüdüklerini rahatça söyleyebiliyorlar! "İmam Maturidi’yi bütün Türkistan’da yeni baştan anlatmalıyız" diyorlar... Türkiye, bu nüfuz etme alanını daha da genişletebilir mi? Aslında bu kültür coğrafyasının en önemli unsuru hiç şüphesiz dildir. Azerbaycan ile bir dil problemimiz yoktur lakin Türkmenistan, Kırgızistan, Kazakistan ve Özbekistan ile dil meselesini ne yapmalıyız? Birbirimizi nasıl anlayacağız? Bu hususta ne gibi çalışmalar yapılabilir? Sorular sorular... Bir de ortak kültürel miras meselesi var. Ahmet Yesevi hazretleri de bizim, Cengiz Aytmatov da İsmail Bey Gaspıralı da bizim, Özbek Şair Çolpan da! Bizim her şeyden önce ortak bir müfredata ihtiyacımız olduğu aşikâr. Özellikle edebiyat ve tarih dersleri için ortak bir müfredat hazırlanabilir mi? Türkiye’nin riyasetinde bütün Türk dünyasının katılacağı ve bu hususların konuşulup tartışıldığı bir "Türkoloji kongresi" İstanbul’da düzenlenemez mi? İran’daki Türk varlığıyla birlikte yaklaşık olarak 40 milyon soydaşımız ile şu an rahatça konuşup anlaşabiliyoruz. Biliyoruz ki İran sınırları içindeki soydaşlarımız Türk televizyonlarını takip ediyor, Türk müziğini dinliyor ve yürekleri Türkiye için çarpıyor. Türk dünyası ile ilgili çok önemli bütçeler ayrıldığı söyleniyor lakin sadece Eskişehir’de programlar yaparak bir yere varamayız. Bu programları Bişkek, Semerkant, Buhara, Akmescit, Nursultan, Kazan, Ejderhan, Çimkent, Bakü ve Gence’de yaparsak maksat hasıl olur ancak... Büyük milletler, büyük düşünmek zorundadır. Yüz yıl sonrasını, iki yüz yıl sonrasını bugünden düşünmek, çareler bulmak zorundayız. Millî beka, an ile sınırlı olmayan, süreklilik arz eden ezelî ve ebedî bir durumdur. İlginçtir ki ülkemizde birçok düşünce ve strateji kuruluşu var ve ne yazık ki bünyelerinde bir “Türk Dünyası Direktörlüğü" yok. SETA gibi önemli ve etkin kuruluşların bu hususta bünyelerinde ivedilikle bir alan açmasında yarar vardır. Bana kalırsa bu mevzular pilav misali çok su kaldırır!
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.