Nâm u nişane kalmadı faslı bahardan!

A -
A +
Nisan ayındayız… Evet gerçekten nisan ayındayız, baharın bütün güzelliğiyle geldiği, erguvan ve gül mevsiminin bir renk cümbüşüyle arzıendam ettiği o nadide aya girmişiz ve üzerinden bir hafta geçmiş bile.
Farkında mıyız bilmiyorum mevsimler akıyor, zaman akıyor, su akıyor, insan akıyor lakin bu içine düştüğümüz curcuna, hengâme, katı ve sıkıcı günlerden vakit bulup da kâinat defterini şöyle gönül rahatlığıyla içimize sindire sindire okuyamıyoruz.
Nisan yağmurlarında saçımız ıslanmayalı bilmem ki kaç yıl olmuş?
Mesela önümüzdeki baharı göremeyecek kaç kişi var aramızda? Bunu biliyor muyuz? Maalesef bilmiyoruz!
Hayatın bizlere sunduğu o muazzam güzelliğin içinde başımızı sadece para pul için, mevki makam için, mal mansıp için çevirdiğimizi, biteviye paraya pula tahvil edilen dünyevi meseleler için gâh üzülüp gâh acılar çektiğimizin farkındayız lakin  gerisini unuttuk. Sağlığımızı, sıhhatimizi, hâletiruhiyemizi, dünümüzü, yarınımızı, yârimizi yâranımızı, eşimizi, dostumuzu topyekûn her şeyi birer birer unuttuk, yavaş yavaş unutuyoruz farkında mısınız?
Üzerimize çöken bu hırs ve tamahkârlık bulutunu kaldırıp atamıyoruz bir türlü nitekim modern hayatın içinde bizler için kurgulanmış şartlar ve durumlar buna bir türlü imkân vermiyor.
Oysa eskiler bahara bir başka zaviyeden bakmış, bahara bambaşka anlamlar yüklemişler. 16. yüzyılın en önemli şairlerinden Nev’î’nin şu gazelindeki güzel dizelere bakalım önce:
“Hep bu fasl içre imiş mes’ele-i ‘ışk u cünûn
Gûş kıl nüsha-i gülden okusun anı hezâr”
(“Aşk ve delilik meselesi hep bu mevsim içindeymiş. Kulak ver! Bülbül onu gül kitabından okusun.)
Nisan ayının diğer bahar aylarından istisna özellikleri vardır. Nisan yağmuru dürr ve sadefi olgunlaştırırken, bitkilere iyi gelirken, şifa niyetine kabul görürken mayıs ayındaki yağmurun bu itibarı görmemesi de ne ilginçtir. Urfalı Nâbi’nin şu beyti bizlere hangi sırrı fısıldar acaba?
“Fasl-ı nisanda fasd u liynet
Oldu müstevcib-i hıfz-ı sıhhat"
(Yani, “Nisan ayında kan aldırmak ve mizacı mülayim tutmak sağlığı korumak için gereklidir.)
18. yüzyılda yaşamış olan Galata Mevlevihanesi'nin önemli şairlerinden Şeyh Galip de baharın gelişiyle birlikte pek çok gazel kaleme almış. Aşağıdaki gazelinde baharın gelişini bakınız nasıl anlatıyor:
“Erişip bahâra bülbül yenilendi sohbet-i gül
Yine nevbet-i tahammül dil-i bîkarâre düştü”
(Bülbül bahara erişti ve gül sohbeti yenilendi; ancak ayrılığa tahammül nöbeti yine bizim kararsız gönlümüzün payına düştü.)
Şeyh Galip hâli pürmelalini böyle aktarırken Şair Nâilî-i Kadîm, baharın gelişini bakınız nasıl da sevgilinin bir gülüşüne feda ediyor.
“Bahârı n’eyleriz ol gül-i zâr-ı gonce-femin
Gülüp açılması bin nevbahâra değmez mi”
(Baharı neyleyeyim, o gonca dudaklının gülüp açılması binlerce bahara değmez mi?)
15. yüzyılın en büyük şairlerinden Necati Bey ise baharı özlemle beklemekte iken baharın müjdecisi olan çiçeklerin rekabetini şöyle anlatır:
“Lâle hadler yine gülşende neler itmedüler
Servi yürütmediler goncayı söyletmediler
Taşradan geldi çemen mülküne bigâne diyu
Devr-i gül sohbetine lâleyi iletmediler”
Bahar, geçmişten günümüze kadar insanlarda hep güzel duygulara vesile olmuş, bahara en güzel duygular iliştirilmiş, en güzel şiirler bu mevsim için dile getirilmiş. Bahar el üstünde de gönülde de tutulmuş. Lakin bugüne geldiğimizde  insanların mevsimlere yüklediği anlamlar erozyona uğramış ve  özellikle ilkbahar itibardan düşmüş gibi görünüyor.
Şehir insanı baharla tanışmadan mevsim bitiyor.
Hasılı, mevsimlerin hikmetini de unutuyoruz galiba!
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.