Sanatçı mı?

A -
A +
“Sanatçı dalkavuk olmamalıdır!”
Hiç şüphesiz Başkan Recep Tayyip Erdoğan’ın bu sözlerine katılıyorum. Sanatçı, sanatıyla öne çıkmalıdır sözlerine de…
Peki sanatçı kimdir? Kime sanatçı demeliyiz?
Bu sorulara verilecek cevaplar çok çeşitli ve farklı olacaktır lakin bugün genellikle magazin, müzik ve sinema dallarında şöhret yapmış kimselerin isimlerini “sanatçı” kimliği altında yazıyoruz. Ancak bu tanımlama biçimi sorunludur ve “sanatçı” kavramının içini tam olarak doldurmuyor.
Sahi sanatıyla kendini ispatlayan kaç gerçek sanatçımız var?
Sanat ve sanatçı kavramlarının içine mimariyi ve mimarı, edebiyatı ve edebiyatçıyı, musikiyi ve musikişinası, hat sanatını ve hattatı, resim ve ressamı koyabiliyor muyuz? Öncelikle bu sorulara cevap bulmamız lazımdır.
Bugün mimaride çağlara meydan okuyan Mimar Sinan gibi bir deha, hâlâ dünyaya gelmemiştir, hâlâ şiirlerini beğeniyle okuduğumuz bir Fuzulî, Bâki, Necati Bey, Nâbi, Şeyh Galip, Yunus Emre edebiyat dünyasından çıkmamıştır, bir Osman Hamdi Bey, Dede Efendi, Itri çıkıp gelmemiştir incelikler dünyasından!
“Bende sığar iki cihan, ben bu cihana sığmazam” diyen Seyyid Nesimî’yi 13. yüzyıldan bugüne getiren âmil neydi?
“Hoşça bak zâtına kim züpde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen”
(Hoşça, yani güzel ve anlamlı bak kendine ki sen kâinatın özü ve gayesisin; Varlık âlemindeki bütün her şeyin özüsün sen, yani eşref-i mahlukatsın...) diyen Şeyh Galip, birbirinden güzel, asırların imbiğinden süzülüp gelmiş gazelleriyle niçin hâlâ  aramızda dolaşmaktadır?
Çünkü bu isimler gerçek manada sanat icra ediyorlardı, hepsi birer gerçek sanatçıydı! Onların gayesi en güzele, en doğruya ulaşmaktı, maksatları kendileri değil, hakkı söylemek, hakkı anlatmaktı…
Peki sanat bu ulvi gayelerden, güzel olandan, doğru ve iyi olandan bugünkü mertebeye nasıl düştü veya düşürüldü?
Binaenaleyh, sanatın içine her şey dolduruldu, bilmem ki hangi dizide bir rol kapmış, birkaç bölüm oyunculuk yapmış şahıslar, bir iki şarkı patlatanlar, insanları eğlendirenler en kestirme yoldan “sanatçı” payesini kolayca aldıklarından olsa gerek, sanatın içi maalesef boşaltıldı!
Podyumlarda defilelere çıkan mankenlere dahi “sanatçı” diyen bir ülkeyiz biz! Bir sinema veya dizide rol kapmış kişi, ömür boyu “sanatçı” diye anılıyor… Oysa o şahıs oyuncudur! Şarkı söyleyen, şarkıcıdır!
Üretmeyen sanatçı olur mu? Sanatçı, kâinat defterini diğer insanlardan daha net okuyan kimsedir, sanatçı hakikatleri gören, irdeleyendir, sanatçı gördüklerini, duyduklarını aklın ve gönlün mazgallarından geçirip yeni baştan estetik anlamda yorumlayan ve insanların beğenisine sunan kişidir!
Yani bestekârdır, romancıdır, şairdir, hattattır, mimardır, ressamdır vs...
Meydanlarda “sanatçıyım” diye gezinen kişiler arasında bu kıstaslarda kaç kişi var acaba hiç düşündünüz mü? Sanatçı kisvesinin arkasına sığınıp kendine toplumda itibar devşiren kimseler, aslında gerçek manada hiç “sanatçı” olmadılar!
Ancak toplum medyanın da yanlış yönlendirmesiyle bu kimseleri “sanatçı” diye kabullense de hakikat bir ve tektir! Bu dizi oyuncuları, sinema aktris ve aktörleri, şarkıcıları, şovmenleri yüz yıl sonrasına isim olarak kalacaklar mı bilinmez lakin görünen o ki daha upuzun yıllar “sanatçı” nüfuzundan hayli yararlanacaklar!
Oysa gerçek sanatçı, rant ve itibar peşinde koşmayandır… Hiç kimseye dalkavukluk yapmayandır. Hiç kimseye eyvallahı olmayandır. Zira onlar her devrin yalnızlarıdır!
Sözlerimizi Şeyh Galip’in bir dizesiyle noktalayalım:
“Reh-i Mevlevi’de Galip bu sıfatla kaldı hayran
Kimi terk-i nâm u şâne kimi i’tibare düştü”
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.