Büyük mefkûrelere önce halk inanmalı!

A -
A +
“Saadetimizin anahtarı kuvvetli bir devlete kavuşmak, felaketimizin kaynağı ise başka hevesler uğrunda devletin kudretine zaaf getirişimizdir!” Dündar Taşer  

Halkın inanmadığı hiçbir mefkûre hedefe varmıyor…

Kazakistan olayları hakkında biraz tarih, siyaset bilen aklıselim ve kalbiselim sahibi herkes aşağı yukarı meseleyi kavradı zannederim. Demek ki asıl mesele ekonomik yoksunluk ve yoksulluk değilmiş!

Mesele ülkenin tarihsel kodlarına dönmesi, manevi kalkınma hamleleri, Türkistan eyaletinin Türk dünyasının “Manevi Başkent” ilan edilmesi, Türk dünyası ülkelerinin sıkı iş birliği ve tarihî derinliğe matuf atılan devasa adımlar, TDT ve Türkiye’nin bölgesel güç olma yolundaki adımları ve olası gelişmeler idi!

Bütün bunlar zihinsel anlamda en tepede aksülamel bulup gerçekleşiyordu. Asırlarca Rus esareti altında kalmış, genetik kodlarını neredeyse unutmuş olan halka bu gelişmelerin nihai hedefi, varılmak istenilen mefkûre yeterince anlatılamamıştı.

Esasında millî genetiği hırpalanmış bir halka bütün bunları anlatmak ve destek bulmak çok kolay da değildi. Tarih boyunca geniş halk kitlelerinin yönetici kesimin mal varlığını tenkit etmesi alışılagelmiş bir husus olduğunu farklı anekdotlardan görüyoruz. Orhun Abidelerinde Bilge Kağan, halkın bu durumunu şöyle anlatır:

“Ey Türk milleti! Sen aç olunca tokluk nedir bilmezsin, tok olunca da açlık nedir düşünmezsin!

Pek çok devletin ve dahi hükûmetin de bu nedenle yıkıldığını rahmetli Süleyman Demirel’in “Tencere hükûmet devirir!” sözü ne güzel anlatır!

Bu 'aç'lığın ve 'tok'luğun sınırı yoktur! "Varsıllık" ve "yoksulluk" biraz da zamanın ruhuyla ilintili olup değişkenlik gösterir. Dün bir tencere, kaşık, yatak yorganla, iki göz odalı evle mutlu olan büyüklerimizin yerine bugün yazlıklar, kışlıklar, otomobillerle dahi mutlu olamayıp daha fazlasını isteyen bir ruh vardır!

O hâlde devletlerin geniş halk kitleleriyle, bu sorunlarla baş etmesinin bir yolu olmalıdır. Rahmetli Dündar Taşer’e göre esas olan "Devlet"tir. "Din-ü devlet, mülk-ü millet!” Devlet giderse bunların tümü gider! Yani bir milletin üzerinde yaşayacağı bir devleti yoksa elinde ne mülkü kalır ne de dinini yaşayabilir!

Dündar Taşer’in milliyetçiliğinin temelinde devlet vardır! İktidarlar değişir, rejimler değişir lakin devlet bakidir! Çünkü devlet bayrağın dalgalandığı yerdir. Bayrağın dalgalanmadığı yer devlet değildir! Millete bu gerçek anlatılmalıdır!

Rahmetli Dündar Taşer’in şu tespiti tam bir teşhistir:

“Saadetimizin anahtarı kuvvetli bir devlete kavuşmak, felaketimizin kaynağı ise başka hevesler uğrunda devletin kudretine zaaf getirişimizdir!”

İşte Kazakistan olayını ekonomik nedenlere sıkıştıranların gözden kaçırdığı gerçek şudur: Bir ülkede millî mefkuresi olan, millî duygularla birbirine kenetlenmiş bir halk devletini zaafa düşürmez, işgale açık hâle getirmez!

Demek ki neymiş?

Büyük idealleri olan bir devletin, önce bunu halka anlatması, halkının kılcallarına sirayet etmesi gerekir. Millî kenetlenmenin olmadığı bir ülkede hiçbir mefkûre hedefe varamaz! İnanılan değerlerle hedefe varılmak istenilen değerler arasında bir uyum ve nizam olmalıdır.

Hasılı Kazakistan olaylarını değerlendirirken merceğini ekonomik gerekçelerden kaldıramayan ve meseleyi dar bir fanusa hapsedenlerin gözden kaçırdıkları iki husus vardı:

1. Ekonomik gerekçelerin birer araç, devleti zaafa uğratmanın amaç olduğu hakikati. (Ülkenin yönünün değişmesi vs.)

2. Nazarbayev gitti kavga bitti, gerçeğidir! (Çok boyutlu bir darbe)

Şairin dediği gibi:

“Görelim ayine-i devran ne gösterir!”

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.