Eleştiri mi hakaret mi?

A -
A +

Gündem hâlâ “eleştiri miydi yoksa hakaret miydi?” noktasında!

Geçen hafta gazeteci hanımefendinin mahpushaneye götüren sözlerini masumlaştırmaya, o direkt adrese teslim yakışıksız ve çirkin imayı sadece bir atasözü idi diye geçiştirmeye yönelik gayretlerin hepsi beyhudedir! Bu arkadaş bu ülkenin cumhurbaşkanına açık seçik ağır hakaret etmiştir ve bunun savunulacak bir tarafı yoktur!

İşte kendini entelektüel addeden hanımefendi, bu ağır hatasını kabul etseydi ve özür dileseydi, ayıp ettim deseydi içinde bulunduğu şu durumdan daha inandırıcı olurdu… Bu arkadaşın avukatlarının işi gerçekten çok zor zira bu sözde  atasözünün mizahı olmadığı gibi izahının da olmadığı açık ve net!

Eleştiri aslında edebî bir tür ve dahi kültürdür, zarafet ister incelik ister ustalık ister! Eleştiri kültürünü ne yazık ki hakaret zannedenlerin hiç bilmedikleri ise eleştirinin bir şeyin iyi ve kötü yanlarının birlikte dile getirilmesi olduğudur!

Türk Dil Kurumu sözlüğünde eleştiri bakınız nasıl açıklanıyor:

-Bir insanı, bir eseri, bir konuyu doğru ve yanlış yanlarını bulup göstermek amacıyla inceleme işi, tenkit.

-Bir edebiyat veya sanat eserini her yönüyle değerlendirerek anlaşılmasını sağlamak amacıyla yazılan yazı türü, tenkit, kritik…

Geçmiş tarihimize baktığımızda siyasi erk ile yazar, şair ve gazeteci kesimi arasında çok sayıda eleştiri ve hakarete dayanan bazı olayların yaşandığını görüyoruz. İşte birkaç örnek:

Sene 1943 yılı. Yer Malatya. Devrin Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel Malatya’ya gelir. Kendisini şehrin tek lisesi olan Malatya Lisesine götürürler. Lisenin müdürü ünlü Bayrak Şairimiz Arif Nihat Asya’dır.

Mart ayı olması nedeniyle şehir yağmur, çamur içindedir. Arif Nihat Asya o sıralar bisiklet kullanmaktadır. Bakan gelecek diye apar topar bisikletiyle okula gelir lakin bisiklet tekerleklerinin sıçrattığı çamur paçalarını kirletmiştir.

İki zıt fikrin temsilcisi birbirlerini gayet iyi tanımaktadır. Bakan, şehrin valisi ve bürokratlarıyla okulu gezdikten sonra ellerini paltosunun cebinden hiç çıkarmadan karşısında duran Arif Nihat Asya’yı tahkir etmek amacıyla:

-Paçaların neden çamur? Diye müstehzi bir ifadeyle sorar.

Şair Arif Nihat Asya, herkesin önünde söylenen bu tahkir yüklü soruya şu cevabı verir:

-Lütfen benim paçalarımı ağzınıza almayınız!

Bu cevapta hem incelik hem ustalık hem de zarafet vardır! Yani hiciv de eleştiri de görüldüğü gibi bir ustalık ve kültür işidir! Bunun üzerine Arif Nihat görevden alınır! Hiciv veya tenkit amacını aşarsa, edep ve nezaket normlarını ihlal edip hakarete varırsa sonunun mahpus olacağı kesindir!

Osman Yüksel Serdengeçti… Sözünü esirgemeden yaşayan bir fikir ve mücadele insanıydı. Hasan Ali Yücel’e hitaben “Yüksek makamın alçak vekiline” diye başlayan ünlü dilekçesiyle hapse girmiştir.

Daha gerilere gittiğimizde ünlü Divan Şairi Nef’î de dilinin belasından canından olmuştur. Eleştiri oklarından nasiplenen üç padişah zamanında da sarayın edebî muhitinde şiirler okuyan, padişahlar tarafından çok sevilen Nef’î, IV. Murat tarafından başkatipliğe kadar terfi ettirilmiştir.

Ancak Nef’î bu! Dayanır mı? Dilini tutamaz, sadrazamları, saray bürokratlarını önüne her kim geldiyse hicvetmeye devam eder ve padişah tarafından defaatle uyarılar alır. En sonunda padişahı hedef alan “Siham-ı Kaza” gazeline hiddetlenen 4. Murat zamanında idam edilir! Dilinin cezasını hayatıyla öder...

Hasılı, eleştiri kültürünü hakaret ve küfür ile karıştırmadan iyiye iyi, kötüye kötü, doğruya doğru, yanlışa yanlış deme erdem, fazilet ve ahlakını kaybetmeden meselelere yaklaşmakta fayda vardır...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.