İfade özgürlüğü ve Alman hükûmetinin ikiyüzlülüğü

A -
A +
Almanya, Türkiyeli seçmene yönelik kampanya yürütmek isteyen AK Partili bakanlar, Bekir Bozdağ ve Nihat Zeybekci’nin programlarına izin vermedi. Gözden kaçmaması gereken husus ise, Almanların sadece “evet” kampanyasını yürüteceklere izin vermiyor oluşu. “Hayır” kampanyacılarına yönelik herhangi bir kısıtlama getirmiyorlar. İzin verilmeme nedeni ise “yeterince otopark park yerinin bulunmaması” gibi komik gerekçeler. Almanya’nın bu son vukuatı değil. 31 Temmuz’da Köln’de yapılacak “darbeye karşı demokrasi” mitingine de Erdoğan’ın telekonferansla katılmasına izin verilmemişti. Hatta yasak mahkemeye götürülmüş, hem ilk derece mahkeme olan İdare Mahkemesi, hem bir üst mahkeme Köln Yüksek İdare Mahkemesi, hem de en üst yargı makamı olan Alman Anayasa Mahkemesi, Köln Emniyet Müdürlüğü’nün yasaklama kararını yerinde ve uygun bulmuştu. Bu arada, bağımsız yargı dedikleri bu oluyor. Örnek almak isteyenlere... Her üç mahkemenin de uygun bulduğu yasaklama gerekçesi ise “mitinge katılacak insanlara bakıldığında Türk Cumhurbaşkanının canlı olarak alana bağlanması, alanda bulunan kişileri aşırı duygulara sevk” edebileceği hususuydu. Erdoğan’ın alana bağlanmasına izin vermeyen Alman devleti, bir buçuk ay sonra aynı meydanda terör örgütü PKK’nın üst düzey yöneticilerinden Cemil Bayık’ın görüntülü mesajına izin vermiş, aynı meydanda HDP başkanı Selahattin Demirtaş ve PYD’nin başı Salih Müslim’in konuşma yapmasına imkân tanımıştı. Her fırsatta Türkiye’yi ifade özgürlüğü konusunda eleştiren Almanya ve Batılılar için ifade özgürlüğü, demokrasi ve insan hakları gibi meseleler evrensel değerler değildir. İstedikleri zaman, kendi dış politik çıkarlarına uygun şartları oluşturmak için bir araçtan ibarettir. Bu meseleler üzerine dünyada uzunca bir literatür oluşmuş ve Batının demokrasiyi araçsallaştırması bir gerçeklik olarak artık kabul edilmiştir. Ama esas sorun Türkiye’de bazı çevreler, hâlâ bu ikiyüzlülüğe bel bağlamakta. Batının bu ikircikli tavrı bilindiği hâlde, bu çevreler, her fırsatta Türkiye’yi, Batıya ifade özgürlüğü ve siyasal özgürlüklerle ilgili şikâyet ederek, Batının hakemliğine başvurmaktalar. Diğer taraftan, Batının terör örgütlerine gösterdiği ifade özgürlüğünü, Türkiye’nin seçilmiş hükûmetinin temsilcilerine göstermemeleri hâlâ Türkiye’de yeterince anlaşılmış değil. Batı için, Batı dışı toplumların özgürlüğü, siyasal gelişmişliği ve özgürlük talepleri falan çok da önemli değildir. Önemli olan, Batıyla bir devletin yöneticilerinin, elit gruplarının ve karar alıcılarının ne kadar uyumlu olduğudurBatı, kendi tahakkümünün uygun araçlarının sürdürülmesi için; uygun yöntem darbecilerle iş tutmaksa, bunu hiç sorun etmeden yapar. Bu hep böyleydi. Bundan sonra da böyle olacaktır. 3500’ün üzerinde insanın katledilmesinden sorumlu Mısır’ın darbeci generali Abdulfettah Sisi’nin, Almanya Şansölyesi tarafından kırmızı halıyla karşılanarak, Batı tarafından aklandığını unutmayalım. Merkel’in darbeci lideri aklamasının ardından İtalyanlar ve Fransızların çok geçmeden Sisi’yi kırmızı halılarla karşıladığını da ayrıca biliyoruz. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından 140’tan fazla insanımızın şehit kanı yerde iken, Alman siyasetçiler, darbecilerin, yargılanırken incitilmemesi gerektiğini söylüyorlardı. Darbe girişiminin üzerinden üç gün bile geçmeden Merkel, Türk yetkililere darbecilerin yargılanması konusunda “hukukun üstünlüğü” ve “orantılılık ilkesini” hatırlatmaktaydı. Diğer Batılı devlet adamları da benzer söylemleri dile getirerek darbecilerin yanında durdular. Tenezzül edip, darbenin ardından Ankara’ya bile gelmediler. Almanların “evet” kampanyasını yasaklayıcı tavrı; Türkiye’nin yeni hükûmet modelinde geleceğinin, istikrarlı ve güçlü yönetimlerle her zaman Batı’nın isteklerine hayır cevabını verebileceği endişesi ile ilgilidir.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.