Bu ısrar niye?

A -
A +
Kaşıkçı cinayeti konusunda, Türkiye’yi şu ana kadar uluslararası alanda suçlayabilen tek taraf, Türkiye’nin ana muhalefet partisi CHP ve onun Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’ydu.
ABD ve Avrupa başta olmak üzere Batı kamuoyu, hem yönetimler düzeyinde hem de medya bağlamında Türkiye’nin Kaşıkçı cinayeti konusundaki tutumunu övdüler. Cinayetin aydınlatılması ve sorumluların tespiti ile ilgili titizlikle yürüttüğü çabalarını takdir ettiler.
Örneğin Cemal Kaşıkçı’nın da yazarları arasında bulunduğu Washington Post gazetesi başta olmak üzere dünyanın önde gelen yayın organlarında, Suudi bir gazeteci ortadan kaybolduktan sonra Türkiye sadece sessiz sedasız olayı araştırmaktan fazlasını yaptı. Dünyanın dikkatini, kendi  topraklarında küstahça, bir devletin desteğiyle yapılan infaza çekerek krizi  anlattı” içerikli yazılar yayınlandı.
Türkiye’nin, cinayetle ilgili ortaya çıkardığı kanıt ve bilgilerin “küresel ilgiyi canlı tutarak Suudi Arabistan’ın inkâr etme çabalarını en baştan engellediği” gerçeğini dünya ittifakla kabul etmiş durumda.
Kaşıkçı cinayeti ile ilgili “hiç kimsenin petrol zengini monarşiye Başkan Erdoğan kadar baskı yapamadığı” gerçeği, yine Batı kamuoyunda çokça tekrar edildi.
Bugüne kadar Erdoğan karşıtlığını en sert şekilde yapan uluslararası çevreler bile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu konudaki tutumundan hep övgüyle bahsettiler.
ABD ve Trump yönetimi daha cinayetin üzerinden 24 saat bile geçmeden Suudi Arabistan’la yapılan 100 milyar dolarlık askerî anlaşmayı hatırlatarak, bunun iptal edilmeyeceğini söylerken; Türkiye bu konuda hiçbir kirli pazarlığa tenezzül etmedi. Cinayetin tüm yönleri ile aydınlatılabilmesi için süreci şeffaf bir şekilde uluslararası topluma anlattı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın cinayeti tüm çıplaklığıyla anlattığı konuşması, dünyanın önde gelen yayın kuruluşlarının büyük kısmında canlı yayınlandı.
Türkiye, Kaşıkçı cinayetinin kendi üstüne yıkılma senaryolarını bildiği için bu konuda çok dikkatli davrandı. Cinayeti planlayanların çok yönlü amaçlarını en baştan gördü. Tüm planları iyi bir iletişim stratejisiyle tersine çevirdi.
Ama maalesef tüm bu gerçekliklere rağmen, Kemal Kılıçdaroğlu CHP kürsüsüne çıkıp Para yüzünden katilleri serbest bıraktılar” diyebildi. Uluslararası toplum Suud yönetimini suçlarken, Türkiye’nin ana muhalefet partisinin lideri kendi ülkesini suçlamayı tercih etti.
Bu suçlama ile de yetinmedi.
Dünya liderleri “Cinayetin aydınlatılmasında en çok çaba sarf eden lider Erdoğan” derken; Kılıçdaroğlu “Erdoğan cinayeti biliyordu” diyerek Türkiye’yi ve hükûmeti mahkûm etmeye yeltendi.
Kemal Kılıçdaroğlu aslında bunu hep yapıyor. Bu konuda ısrarcı.
Bugünden geriye doğru bakıldığında, Türkiye’yi zora sokacak bu tip krizlerde hiçbir zaman “millî bir refleks” göstermediği ve hep devletin karşısında yer aldığı artık biliniyor.
Hatta bu ve benzeri olaylarda Türkiye’yi zora sokacak, Türkiye’nin elini zayıflatacak iddiaları arka arkaya gündeme getirebiliyor. Dünyada, Türkiye’ye düşmanlık yapan çevrelerin bile aklına gelmeyecek konularda senaryolar üretebiliyor.
Kılıçdaroğlu,  CHP Genel Başkanlığı süresince bu anlamda çizgisini hiç değiştirmedi. Devlet ve millet karşıtlığı konusunda istikrarlı bir çizgi izledi!
Dışarıda tasarlanan ve Türkiye’yi zora sokmayı planlayan her türlü senaryonun gönüllü destekçiliğine soyundu.
17-25 Aralık FETÖ yargı darbesi girişiminde, FETÖ’nün MİT tırları kumpasında, 15 Temmuz darbe ve işgal girişiminde ve Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekâtlarında nasıl davrandıysa, Kaşıkçı cinayetinde de aynısını tekrar ediyor. Aynı dili kullanıyor.
Dolayısıyla Türkiye’ye yönelik her girişimde, Türkiye’nin hareket kabiliyetini sınırlandırıcı bir politika izliyor.
Ülkeyi dış müdahalelere açık hâle getirmek için içeride malzeme üretmekten kaçınmıyor.
AK Parti ve Erdoğan karşıtlığı ile devlet karşıtlığını aynı kefeye koyuyor. AK Parti ve Erdoğan’ın, sadece devletin derin bir krize sürüklenmesi durumunda kaybedeceğini düşünüyor.
Eğer böyle düşünmemiş olsa yerel seçimlere gidildiği bir dönemde, kendi seçmenlerini de düşünerek, Türkiye karşıtı bir konumda değil, devletin yanında olurdu.
Bu tip söylemlerle seçmenden oy alınmayacağını ve seçim kazanılmayacağını bildiği hâlde ısrarla böyle davranmasının başka bir izahı herhâlde olamaz.
Sonuca giden her yol mübah değildir. Zaten bu yol sonuca gitmediği gibi, gidilen yer de yol falan değildir.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.