Bile bile lâdes

A -
A +

Bingöl depreminde iktidar çok iyi bir performans sergiledi. Hükümet, merkezden gönderilen yardımları ve ekipleri iyi organize edemeyen 'yerel birimlerin beceriksizliği' dışında olaya kısa zamanda etkin ve duyarlı bir tepki verdi. AK Parti iktidarı Bingöl'de yaraların sarılması konusunda da başlangıçta gösterdiği aceleciliği ve duyarlılığı devam ettirmeli, normalleşme sürecine kadar çalışmalarını sürdürmelidir. AK Parti hükümetinin yapması gereken bir başka önemli iş daha var. Türkiye deprem kuşağında olan bir ülke. Bu coğrafyayı terk etmemiz mümkün olmadığına ve tabiatın kanunlarını değiştiremeyeceğimize göre biz de Japonlar gibi depremle yaşamayı öğrenmek zorundayız. Ama acı çekmeden, can ve mal kaybımız olmadan... Böyle bir durum mümkün olamaz diye düşünebilirsiniz. Elbette mümkün. İşte bunun en güzel örneği Japonya. Bu ülkede 6-7 büyüklüğünde depremler oluyor ama kimsenin burnu bile kanamıyor. Bizden tek farkları önceden depremle ilgili tüm tedbirleri almış olmaları. Merkezî idare yetki vermezse hesap soramaz! Bilim adamlarımızın tespitlerine göre Türkiye'nin deprem yönünden riskli bölgelerinde her an bir felaket olabilir. O halde neyi bekliyoruz? Tedbir almaktan daha acil bir işimiz olabilir mi? Hükümet hiç vakit kaybetmeden depremlerle ilgili tedbirleri almalıdır. Bu tedbirleri tespit için önce üniversitelerimiz ve uzman kurum ve kuruluşlarla işbirliğine gitmelidir. Ortak çalışma sonucu tespit edilen tedbirlerin uygulanması ile ilgili kısa, orta ve uzun vadeli 'uygulama planları' yapılmalı ve hemen devreye sokulmalıdır. Toplumun her kesiminin hassas olduğu bu konuda kamunun ve özel sektörün tüm imkanları seferber edilmelidir. Her depremden sonra bir "suçlu" arıyoruz. Tabii ki, suçluların cezasını çekmesi kamu vicdanını rahatlatır ve caydırıcı etkisi olur. Ancak suçlu aramakla iş bitmiyor. Suçlu sadece müteahhitler mi? Hayır, ilk suçlu sistemin kendisidir. Eğer yerel yönetimler hem mali yönden, hem yetki yönünden yeteri kadar güçlü olsalardı depremden sonra Vali ve Belediye Başkanı, Ankara'nın Bingöl'e ulaşmasını beklemez, kendi problemlerine kendileri çözüm bulurdu veya bulmak zorunda kalırdı. Çadırın, ekmeğin, sağlık ekibinin, iş makinesinin kısacası her şeyin merkezî yönetim tarafından Ankara'dan gönderilmesi ne kadar doğru? Profesyonel kurtarma ekiplerinin dışında her şey mahallinden çözülebilmeliydi. İllerde yapılan Tabii Afet Plânları ne işe yarıyor? Yıkılan okulun projesi Ankara'dan gidiyor, ödeneği Ankara'dan çıkarılıyor, ihalesi Ankara'dan yönlendiriliyor. Sonuç ortada, Ankara kime hesap soracak şimdi? Ancak kendi kendine sorabilir. Ankara önce elindeki gücü, yetkiyi, ve imkanları mahalline devretmelidir. Bu devir işleri gerçekleştirildikten sonra sadece denetleme, organize etme ve yönlendirme görevini üstlenecek olan Ankara ancak muhataplarından hesap sorabilir. İhale sistemi, çalmaya çırpmaya müsait Depremle ilgili ikinci suçlu ihale sistemimizdir. Herkesin bildiği gibi Müteahhitlik üst yapı hizmetlerinde maksimum kâr oranı %25'tir. İhalede müteahhit %40-50 oranında kırım yaparak teklif veriyor. İhale makamı da en yüksek kırım oranını veren müteahhide işi teslim ediyor ve "devletin işini iyi bir kırım oranı ile verdim" diye övünüyor. Aslında devlete ihanet ettiğinin farkında bile değil. Müteahhit %25 kâr etmek zorunda, başka türlü ayakta kalamaz. Buna %45 kırım oranını da ilave edersiniz sonuç %70. Yani müteahhit 100 TL'lik işi 30 TL'ye mal edecek. Bu mümkün değil, peki ne yapacak, ya zarar edecek, ya da malzemeden, işçilikten çalacak! Müteahhitten idarecisine, genel müdürden mühendisine kadar bu işlerle uğraşan herkes bunu biliyor. Yani, bile bile lâdes! Bu mahzuru ortadan kaldırmak için kırım oranları üst tavanları üst yapıda yüzde 10, alt yapı işlerinde %15'i geçmemelidir. Düzenlemeler buna göre yapılmalıdır. Müteahhidin namuslu bir şekilde çarpmadan, çırpmadan para kazanmasına imkan verilmelidir. Bu sistemde ya devlet ihalelerine girmeyeceksiniz, ya da giriyorsanız zarar etmeyi göze alacaksınız. Zarar etmek istemiyorsanız tüm ahlaki değerlerinizi kaybedeceksiniz! Düzenlemeler insanları bu tür seçeneklerle karşı karşıya bırakmayacak tarzda olmalıdır. Müteahhidin para kazanmasından değil, yapılan işin kalitesizliğinden korkmalıyız. Türkiye'de inşaat sektörü son derece başarılı. Firmalarımız uluslar arası alanda güzel işler yapıyor. Ama lütfen dikkat edin, inceleyin ciddi firmalarımızın çoğu devlet ihalelerine girmek istemiyor. Bir başka aksaklık da meslek odalarının müteahhitlik hizmetleri üzerinde denetim etkinliğinin olmaması. Maşallah bizim mimar odalarımız, mühendis odalarımız iç siyasetle çok ilgililer. Ama kendi asli sorumlulukları konusundaki ilgileri ise herkesin malumu! Çıkar üçgenine son verilsin! Bu alandaki bir başka problem ise 'siyasetçi-müteahhit ve bürokrat' ilişkisi. Geçmiş hükümetler döneminde bunun bariz örneklerini gördük. Kamunun elindeki ekonomik gücün azaltılması en radikal çözüm... Yazımı bitirirken başka bir konuya dikkatlerinizi çekmek istiyorum Türkiye'nin siyasi ve ekonomik istikrarını bozmak isteyenler hep aynı yöntemi uygulamışlardır. Önce TSK'yı siyasetin içine çekme çabaları, sonra üniversite olayları, işçi eylemleri, ceza evlerinde isyanlar... Sanıyorum birileri yine oyunun başlatma düğmesine bastı. Toplum olarak uyanık olmalıyız, hak sopayla, satırla, kavgayla aranmaz. Oyuna gelmeyelim. Devlet idaresindeki yetkili ve etkili herkes bu gelişmeleri doğru okumalıdır.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.