Orman vasfını yitirmiş araziler

A -
A +

Bilindiği gibi 1981 yılında yapılan bir çalışma ile vasfını kaybeden, bilim ve fen açısından da tekrar ormana dönüştürülmesi mümkün olmayan araziler tespit edilerek, orman arazisi olmaktan çıkartılmıştı. O tarihten bu yana bu araziler orman köylüsü olmayan kişi ve kuruluşlar tarafından âdetâ yağmalandı ve işgâl edildi. Şu anda bu arazilerin üzerinde alt yapısı devlet tarafından yapılmış, düzensiz, şehirleşmeye yol açan, denetlenemeyen ve resmi olarak bir dayanağı olmayan 400 bin civarında yapı yer alıyor. Hukuki boşluklardan yararlanarak bu arazileri işgal edenler yine devlete 5 kuruş katkı sağlamadan yıllardır oturmaya devam ediyorlar. Şimdi soruyorum size kaçak durumda olan bu 400 bin ev ve işyerini boşaltıp yıkmak mümkün mü? Evet olabilir denebilir ama bu yapılar yıkıldığı takdirde yüzbinlerce insan evsiz barksız ve işsiz kalacak, mağdur ve perişan olacaklar. Bu durumu dikkate aldığımızda boşaltma ve yıkım olayının ekonomik açıdan da sosyal açıdan da imkansız olduğu görülecektir. Büyük bir fırsatı kaçırdık... Bir de madalyonun diğer yüzüne bakalım. Yapılan araştırmalarda bu arazilerin değerinin 25 milyar dolar civarında olduğu sonucuna varılmıştır. IMF'den yılda 3-5 milyar dolar borç alabilmek için her türlü özveride bulunan, ABD'den 6 milyar dolar alabilmek için Irak savaşına katılmayı dahi göze alabilen bir ülke, böyle hazır, atıl bir kaynağı neden değerlendiremez! Bu sorunun cevabı gayet basit: Ufuksuzluk, dar kafalılık ve ideolojik bakış... Anayasanın 169 ve 170. Maddeleri bu arazilerin orman köylüsünün dışındaki şahıslara satılmasına izin vermiyor. Peki bu arazilerin üzerinde orman köylüsü mü oturuyor? Hayır... Bu arazilerin köylülerle alakası bile yok. Peki orman köylüsünün bu arazileri satın alacak gücü var mı? Yine hayır. Köylünün böyle bir gücü de yok... Sözün kısası sistem kendi kendisini kilitlemiş ve mesele kördüğüm hale gelmiş. Sayısal çoğunluk problemi olmayan AK Parti iktidarı bu kördüğümü çözmek için harekete geçti. Orman vasfını kaybetmiş ve tekrar ormana dönüştürülmesi mümkün olmayan bu arazilerin satılmasını sağlayacak ve şu dar günlerde ekonomiye ciddi kaynak oluşturacak bir yasal düzenlemeyi Meclise getirdi. Muhalefet ret oyu verdiği için anayasa değişikliği teklifi ancak referandumu gerektirecek bir sayıda oyla Meclisten çıktı. Cumhurbaşkanı Sezer -tam olarak bilmediğim bazı gerekçelerle- yasayı veto ederek Meclise iade etti. Eğer anayasa değişikliği referanduma gidilmeyecek ve veto edilmeyecek bir oyla Meclisten geçseydi bu araziler, satılarak ülke ekonomisine ciddi bir kaynak sağlanmış olacaktı. Sağlanan bu kaynak en çok ormana ve orman köylüsüne yarayacaktı. Bu satışla bu arazilerde işgalci konumunda yaşayan insanlar da tapu ve ruhsatlarını alacaklar, yargıdaki dava sayısı azalacak ve orman köylülerinin mağduriyeti giderilebilecekti. Bu satıştan ağaçlandırılmaya ayrılacak payla mevcut orman alanlarının artması da sağlanabilecekti. Teklife muhalefetin ve Sayın Cumhurbaşkanı Sezer'in neden karşı çıktığını anlamakta zorlanıyorum. Orman alanları yağmalanmayacak! Hükümet bu yasa teklifini gündeme getirdiğinde, "orman arazileri yağmalanacak, ormanlarımız talan edilecek" gibi kaygılar ön plana çıkarıldı. Ormanlarımız bizim milli servetimiz. Bırakın bir metrekaresinin yağmalanmasını, her gün yeni orman alanlarının süratle oluşturulması gereğine içtenlikle inanıyoruz. Ancak konuyu iyi tetkik ettiğimizde meselenin kamuoyuna yanlış aktarıldığını ve kafaların bulandırıldığını görüyoruz. Amaç üzüm yemek olmalı bağcıyı dövmek değil! Hükümet amacını "hukuken devlet malı olan bu arazileri şu anda üzerinde işgalci durumunda olan kişi ve kuruluşlara rayiç bedeller üzerinden satacağız ve bunu hazineye gelir kaydedeceğiz" diye açıklamıştı. Peki nasıl oluyor da bu amaç kamuoyuna "ormanlarımız talan edilecek" şeklinde yansıyor? Bunun iki sebebi olabilir. Birinci sebep, Hükümet bir teklif getirmeden önce amacını kamuoyuna tam olarak anlatamıyor ve yeterince tartışılmasını sağlayamıyor. İkinci sebep de kitle iletişim araçlarını elinde tutan güçler hükümete bu imkanı vermiyor. Yeni ve çoğunluğunun daha önce denenmemiş üyelerden oluşması, geçmişte yaşanan bazı olumsuzluklar nedeniyle hükümetin getirdiği tekliflere kamuoyunun bir bölümünün şüphe ile yaklaşması son derece doğaldır. Hükümetin görevi sadece kendi tabanına değil, toplumun tümüne güven vermek ve samimi uygulamalarla bu şüpheleri gidermektir. Hükümet, kamuoyunu aydınlatmalı O halde hükümet yapmayı tasarladığı değişiklik ve reformları önce tüm siyasi partilerin, üniversitelerin ve sivil toplum kuruluşlarının değerlendirmesine sunmalı, onların katkılarını almalı, kamuoyunda yeteri kadar tartışılmasını sağlamalıdır. Muhalefetimiz ve kamuoyumuz da doğru yaptığı işlerde hükümete destek olmalıdır. Yapıcı muhalefet lafla olmaz. 3 Kasım seçimlerinde büyük çoğunlukla tek başına iktidara gelmiş ve henüz 6 ayını bile doldurmamış bir Hükümetin getirdiği her teklife şüphe ile bakmayı, altında başka şeyler aramayı doğru bulmuyorum. Fırsat verelim moral verelim. Hata yaptıklarında hep birlikte hesap soralım. 3 Kasım seçimlerinde hata yapanlara milletin nasıl hesap sorduğunu hep beraber gördük. İktidarın önünde anayasa değişikliğini Meclisten geçirmek gibi ikinci bir imkan doğmuştur. Biraz evvel hatırlattığımız öneriler dikkate alındığı takdirde bu kez iktidar rahatlıkta Meclisten destek alma imkanını yakalayacaktır. Başbakan Erdoğan başta olmak üzere bakanlar ve parti yönetimi ve ilgililerin daha dikkatli hareket edeceklerini tahmin ediyoruz.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.