Bey, istifa etmeyecekmiş!..

A -
A +

Yazık, acıyorum Riekerink’e. Türk kulüplerini yönetenleri hiç tanımıyor, anlaşılan. Hocanın “yüzüne gülüp”, basına “Sonuna kadar arkasındayız” açıklamaları yapan yöneticilerin, bir yandan “yeni hoca temaslarına başladıklarından” ve bulduklarında da “hocayı hemen kapının önüne koyduklarından” ya da “istifa ettirmek için küçük düşürücü ne kadar senaryo varsa sahnelediklerinden” bihaber!.. 
Riekerink basın toplantısında diyor ki; “Bursaspor maçı sonucu ne olursa olsun istifa etmeyi düşünmüyorum!..”
Elbette “böyle ballı börekli, kaymaklı ekmek kadayıflı bir kapı, bırakılıp gidilir mi”; gidecekse “onlar gönderir”, hem “tazminat”, hem de “sözleşme sonuna kadar alacağı ücretleri” de öderler!..
Ödeyemezlerse de, FIFA’lar, UEFA’lar ödetir sonunda, “bunun da adı” Türkiye’de, “kulüp yöneticiliğidir!..”
Riekerink de yakında öğrenecektir ki, eğer, “tribünlerde” koro hâlinde “Yönetim istifa” diye bağırılmaya başlanmışsa, öncelikle hoca “gitti, gider!..”
“İstifa etmem” açıklamasına da, Galatasaray’daki durum ve vaziyeti (Aynı anlama gelen iki kelimeyi beraberce yazdım ki, şeddeli olsun) yakından bilenler kahkahalarla güler!..

Vay be!..

Röportajı seyretmedim. Sonra gazetelerde okudum. Rıdvan Dilmen ile TRT Spor’da Levent Özçelik yapmış, röportajı!..
“Okuduklarıma göre”, Rıdvan, özetle,  “Ben büyük futbolcuyum” demiş, “Ben en büyük futbol yorumcusuyum. Bu işi en iyi ben bilirim” demiş. “Federasyon Başkanlığı’na 2019’da adayım” demiş. Ve de “Federasyon Başkanı seçildiğinizde, Terim de milli takımlar sorumlusu olarak, size gelse, ‘Galatasaray zor durumda, hem milli takımı hem de Galatasaray’ı çalıştırmak için izin istiyorum’ dese, yanıtınız ne olurdu” sorusuna cevabı da “İzin vermezdim” olmuş.
Elbette, “her insanın gönlünde ne aslanların yattığını” gazeteci olarak yaşadığım 61 yıl bana öğretti; o aslanlara da saygı duydum!..
Ama, “o aslanları gönüllerinde yatıran” insanlara da, eğer “kendilerini ve aslanlarını kamu hizmeti, mesela Futbol Federasyonu Başkanlığı için” ramp ışıklarına çıkarırlarsa, çok daha dikkatli bakmayı ve yazmayı, bir gazetecilik görevi olarak, yapıp geldim!..
Bu yazı, “2019’da Futbol Federasyonu Başkanlığı’na aday olacağım” dediği için, yoksa yazmazdım!..
Rıdvan, evet “büyük futbolcu” idi, ama “neden büyük futbolcu” olarak “bir Metin Oktay, bir Can Bartu, bir Arda Turan kadar ilerleyemedi”, işte “orasını”, Rıdvan’ın futbolculuk hayatını yakından izleyen gazeteciler, çok iyi biliyorlar; “büyük olmak”, elbette “önemli bir şey”, ama aslolan “büyük kalabilmek”, öyle değil mi?..
Bana göre Rıdvan, değil “en büyük yorumcu”, hatta “büyük yorumcu bile değil”; popülist yaklaşımın “büyüttüğü” bir yorumcu. “Yorumları” ile değil, “adı ve ilişkileri” ile ağırlık koyan bir yorumcu; “ülkenin gerçek futbol yorumcuları arasında bir sıralama yapsam” ilk ona giremez!..
Geliyorum “Futbol Federasyonu Başkanlığı” konusuna; sevgili Rıdvan, “Hamama giren terler” ve de bilmen gerekir ki, “Spor kamuoyu ve de seçimde oy kullanacaklar, kralı çıplak olarak görmelidir!..”
Geliyorum beni “asıl” kahkahalarla güldüren, sevgili Özçelik’in “Federasyon Başkanı olsanız, Terim de milli takımlar sorumlusu olarak, size gelse, ‘Galatasaray zor durumda, hem milli takımı hem de Galatasaray’ı çalıştırmak için izin istiyorum’ dese, yanıtınız ne olurdu” sorusuna ve de “İzin vermezdim” cevabına...
Bir defa inanıyorum ki, Rıdvan Dilmen “Federasyon Başkanı olmaz”, olamaz, seçilmez, seçilemez.
İkincisi, diyelim ki, “üstü örtülü bir atama senaryosu sahneye konuldu” ve seçildi; benim tanıdığım Terim, “görevlerinden derhal istifa eder” ve de “Rıdvan Dilmen’den izin istemeye gideceğine”, gider yazlığının olduğu Bodrum Türkbükü koyuna, kendini denize atar!..
Sevgili Rıdvan kardeş, madem “böyle iddialısın”, o zaman ne olur, ekranlara çıkarken “öncelikle taraf olmamaya, kulüpçülükten sıyrılmaya, sonra da kılığına kıyafetine, sakalına, tıraşına biraz dikkat et”. Futbolculuk başka, yorumculuk başka, “Futbol Federasyonu Başkan adaylığı” başka şeydir; sana abi tavsiyesi!..

Uzun yaşamanın acı tarafı!..

Art arda “iki gazeteci arkadaşımı” kaybettim; İsmet Tongo ve Can Süphandağlı!..
İnsan, eğer sağlıklı yaşıyorsa, mutlu yaşıyorsa, uzun yaşıyorsa, “Allah’ına şükretmesinden, teşekkür etmesinden daha anlamlı ve daha güzel bir ilahi tablo yoktur”, o insan için dünyada!..
Hayatın, “insanı acı ve üzüntü içinde bırakan” günleri de vardır ve de uzun yaşamın sonlarında “bu günler” giderek sıklaşır. “Yaşdaş” yakınlarınızı, akrabalarınızı, meslektaşlarınızı, can dost ve arkadaşlarınızı, “uzaktan da olsa” tanıyıp sevdiklerinizi “o kadar sık aralıklar” ile art arda ve de “mekanları cennet olsun, nurlar içinde yatsınlar” dilekleriyle toprağa veriyor ve arkalarından gözyaşları döküyorsunuz ki, sonrasında en içten duygularla Allah’a yalvarıyorsunuz; “Ne olur, sabır ver büyük Allah’ım!..”
20 gün içinde, “yukarıda gruplardan” 12 insanı kaybettim. Hafta içinde İsmet ve Can da cennete gittiler, nurlar içinde yatsınlar; İsmet 76, Can 54 yaşındaydı.
Can’ın genç yaşta aramızdan ayrılması, sadece İzmir basınının değil, İzmir’in de büyük kaybı oldu. Hocazade Camii’ndeki büyük kalabalık, ne kadar sevildiğini ortaya koyuyordu; onu hep hatırlayacağız!..
İzmir’in en eski ve köklü gazetelerinden Ege Telgraf’ın Genel Yayın Koordinatörü olan Can, tam bir “gazeteci ailenin evladı” idi. Babası, İzmir basınının “anıt adamlarından biri” ve de Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı’nda da “efsane” olan rahmetli Sabri Süphandağlı idi. Onu da genç yaşta (52) kaybetmiştik. Ege Telgraf’ın sahibi, kayınpederi rahmetli Sezer Doğan, şimdiki sahibi kayınvalidesi Birsen Doğan, Genel Yayın Müdürü ise eşi Aylin Süphandağlı idiler. 
İsmet’in ise, “hem meslektaş, hem de Galatasaraylı olarak” gönlümdeki yeri ayrıydı. Babıali’de spor sayfalarımıza, “zarf olarak” çağdaş ve göz alıcı bir şekil veren “sayfa yapıcıların başında gelenlerdendi”; aldığı ödüller bir raf doldurur!..
Çalıştığı gazetelerin spor servislerine de, spor sayfalarına da renk getirdi; sayfa yapıcılığını bıraktıktan sonra, “sarı-kırmızı” yazılarıyla da “renklendirme” devam etti!..
Giden gidiyor; acaba “yerleri doluyor mu”; işte cevabını tam olarak bulamadığım bir soru bu. Sebebi de ortada; dünya da,  basın da çok değişti ve de değişmeye devam ediyor!..

Şaka

Birinin adı “sabreden, sabırlı” anlamına gelen Sabri, ötekinin adı “güzel konuşan” anlamına gelen Selçuk’un başrole soyunduğu çirkin olaylar var ortada; biri “eski”, biri “bugünkü” kaptandan, biri “sabredemez”, öteki “güzel konuşamaz” ve de “ağızların çıkanı kulakları duymaz” hâle gelmiş iki futbolcu. Galatasaray’da bir el sıkışma, iki cümlelik özür dileme ile “her şey düzelmiş oldu”, öyle mi; güldürmeyin insanı!..

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.