Yolların ayrılışından önce…

A -
A +

Bugünkü Uluç Market’i sabah saatlerinde yazmıştım. Zira gazetelerde “bir değişikliğe” gidileceğine dair” herhangi bir haber veya yorum yoktu.

Bu sebeple aşağıdaki yazı yazıldı:

Çoktan “istifa etmesi gerek” ama “etmeyerek, millî takımın önünü kapamakta inat ve ısrar eden” bir Hoca’ya “Güle güle” demeye korkan bir Federasyon’la karşı karşıyayız.

“Korkan” diyorum, zira “başka hiçbir ‘mantıklı’ sebep”, bu tabloya uymuyor, uymayacak!..

Neymiş “Norveç maçına bakılacakmış”; peki, ne yapacak “Norveç maçı için” Şenol Güneş; “2 yıldır, iki maç (ilk Hollanda ve Norveç maçları) hariç, bugüne kadar ne yaptı ise, onu!..

Aslında Şenol Hoca, “ne yaparsa yapsın” tablo değişmeyecek, zira “Oyuncularla hem bedenen, hem ruhen koptu”; spor medyası başta “Ona güvenen yok”; tribünler haklı olarak tepki gösteriyor; peki nasıl olacak bu iş?..

Düşünelim; “kendini, ‘yel değirmenleriyle savaşan Don Kişot’un yerine koyup”, birdenbire “Şeytani Düzen ile mücadele eden savaşçı rolüne yakıştıran” bir Hoca ile nereye gidilebilir? Yanında bir “Sancho Panza’sı bile” yok!..

Yazık, o Federasyon heyetinde, “Avucunun içindeki kuşu kaçıran ve psikolojik olarak dağılan bir Hoca’nın, bu acı tablonun ağır baskısının altından nasıl kalkacağını”, hiç mi düşünen yok?..

Son bir soru, Nihat Başkan; “Kendi holdinginizde bir yönetici ‘bu kadar başarısız olsa’ idi”, onu “bir dakika daha” görevde tutar mıydınız?..
* * *
Öğleden sonra “Karşılıklı anlaşmaya varılarak yolların ayrıldığı” açıklandı. En hayırlısı oldu.

Kim gelirse gelsin, artık dünden iyi olacaktır…

Yetmez mi, artık?..
Futbol Hakemleri Derneği’nin daha da “eski mazisi vardır” ama biz, 1989’da kurulan Türkiye Faal Futbol Hakemleri ve Gözlemcileri Derneği (TFFHGD)’ne bakalım.

Amaçlarının başında “Türkiye’de en yaygın spor dalı olan futbolun oyun kurallarının ülke genelinde öğretilmesi, doğru yorumlanması; sporda asıl amaç olan dostluk ve kardeşlik unsurlarının ön plana çıkarılması için gerekli eğitim ve öğretim faaliyetleri, kurs, seminer, konferans, açık oturum ve benzeri toplantılar tertiplemek ve bu amaçla tertiplenen toplantılara katılmak” gelir.

1955’ten beri “sporun ve futbolun içindeyim ve de spor yazarım, futbol yazar, yorumlarım”, derneğin kurulduğu 1989’dan beri, bir defacık “derneğin bir kursuna, bir seminerine, bir açık oturumuna” davet edilmedim. Bıraktım davet edilmeyi, TFFHGD’nin “mesela, İzmir’de bu yönde bir faaliyetini bile” duymadım.

Bu dernekle ilgili duyduklarım ve Sevgili Ömer Faruk’un köşesinde bol bol okuduklarım şunlardı; “Kulis… Çekişme… Koltuğu kaptırmama… Dahası Merkez Hakem Komitesi’ne hâkim olma kapışmaları…” Türk hakemliğinin, hem de “faal” hakemliğinin derneği, bunca yıl hâlâ, 70 yaşında ve “emekliliğini yaşayan” bir zata muhtaçsa, vah ki ne vah, hakemliğimize!..

Hüsamettin Hoca’mı kaybettim!..
Sevgili kardeşim Hıncal Uluç yazmasa, duymayacaktım; “gelmiş geçmiş basketbol hakemlerimiz içinde ‘en tepede oturan’ Hüsamettin Topuzoğlu’nu kaybetmişiz.”

Çok yıllar önce Ankara’da Rüzgârlı Sokak’ta spor yazarlığı yaparken, Basketbol Federasyonu’nun açtığı hakemlik kursuna gitmiş ve “hakemlik sertifikamı almıştım”; kurs hocam, “Albay Hüsamettin Topuzoğlu” idi. Onun yanında “yardımcı hakem olarak” Ankara Kapalı Spor Salonu’nda çok maç yönetmişizdir. Tabii, “bölgesel maçlarda, okul maçlarında…”

30 yıllık hakemlik hayatının 24 yılında “FIBA hakemi” olarak “Olimpiyat, dünya ve Avrupa Şampiyonaları’nda ‘finaller dâhil’ sayısız maç yöneten Hüsamettin Hoca’mız, hafta arasında “o salona gelir”, sabahtan akşama okul maçları da dâhil, birkaç maç yönetir, bizim gibi “stajyer hakemlere, saha içi maçlarda ‘pratik dersler’ verir” hatalarımızı, yanlışlarımızı söylerdi.

Rahmetli Yılmaz Tekin Onay’ın “Ankara Basketbol Ajanı olarak” görev yaptığı zamanda “Onun yardımcılığını yaptığımdan” hakemlik hikâyeme “ulusal olmadan” son vermiştim. Hocam, “Yanlış yaptın” demişti; “Hakemlik kalıcı, yöneticilik geçicidir!..”

O, “hep hakem ve hakem hocası olarak” kalmıştı… Okul maçlarında bile “A liginde maç yönetme ciddiyetini bozmaz”, hepimizin bugünkü tabiri ile “kahramanı olurdu!..”
Salon içindeki “ciddiyet ve disiplin” soyunda odasında biter, “gazeteci / hakem dostluğu ile” günler, haftalar, aylar, yıllar geçerdi. Geçti de… Sonra yollar, şehirler ayrıldı

Ve…

Hey gidi “Topuzoğlu Hoca’m” hey!.. Nurlar içinde yat!

Topuzoğlu ailesine ve Topuzoğlu dostlarına, spor ve basketbol camiasına “baş sağlığı” dilerim!..

Şaka!..
Ali Koç “Gidecek” diyor, Sinan Gümüş “Takımdan gitmek istemiyor!..”

Göreve geldiğinden beri, “Galatasaray’ın sözleşme yenilemediği ya da talip olduğu oyuncuları transfer etme tutkusu” yaşayan ve sonunda “hemen hemen hepsinden kurtulma çabasına düşen” bir Başkan…

Sonunda “gitmemekte direnen ‘eski’ Galatasaraylı futbolcu” kalıyor; koca Fenerbahçe’nin başkanı Ali Koç da diyor ki; “Bize zorluk çıkarana, biz de zorluk çıkarırız!

Tabloya bakın; terazinin bir kefesinde Sinan Gümüş varken, öteki kefesine “Fenerbahçe Başkanı” konur da, futbolcuya “karşılık muhatabı” yapılır mı?..

Fenerbahçe’de “futbolcuya karşı bu sözü söyleyecek” başka bir yönetici yok mu; var ama onlara fırsat yok ki!..

Aynaya bakmak!..
Sergen Hoca, Futbol Federasyonu’na “Ya gereğini yapın ya da Beşiktaş gereğini yapar” diyerek “Bloomberg mi, neydi? Uilenberg…” küçümsemesiyle, hesap sorduğun bir günde, TV ekranlarına yansıyan bir reklamda “komi kıyafetiyle görünmen” sana Beşiktaş Teknik Direktörüne yakıştı mı?..

Çok konuşuyorsun, Hoca’m… Başkan’ının, ekranlarda, spor sayfalarında yöneticilerinin önüne geçme yarışında mısın?..

Acaba, “ishal-i kelam hastalığı” Antik hocalarımızdan sana da mı bulaştı?..

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.