G.Saray’ın yeni hocası üzerine…

A -
A +

Bir arkadaşım İstanbul’dan telefon etti; “Fatih Hoca, TV ekranlarına ve spor sayfalarına kalemşorlarını öyle bir sürdü ki, senin gibi gerçekleri yazanları ve söyleyenleri duyabilen, okuyabilen var mı, çok merak ediyorum” dedi.

Bir kahkaha atarak cevap verdim; “Oooo… O kadar çok okunuyorum ki inanamazsın, gelen maillerdeki küfür ve hakaretlerin bini bir para… Arada ‘Helal olsun’ diyenler de var.”

Ben bugün Fatih Terim konusunda yazmayacağım. Sütunuma, iki “spor yazan” kardeşimin yazılarından özetler alacağım.
Benim bugünkü “ana konum” Galatasaray’ın başına gelen yeni hoca!..

İşi hem zor, hem kolay…

Zor; zira Terimperverler onu yemek için hazır kıta… Ne yapsa TV ekranlarında, spor sayfalarında yerden yere vuracaklar…

Kolay; zira…
Bir şerbet tadıcısının önüne iki bardak şerbet koymuşlar ve demişler ki; tat bakalım, hangisi daha lezzetli?

Adam şerbetlerden birinden tatmış, sonra da öbürünü işaret edip “Bu daha iyi” demiş…

Şaşırmış, “Daha tatmadığın şerbetin iyi olduğunu nasıl bildin?” diye sormuşlar.

O gülerek demiş ki, “Tattığım şerbetten daha kötüsü olamaz!..”

Galatasaray takımı için, Süper Lig 12’nciliğinden, Denizlispor’a Türkiye Kupası’nda elenişten, liderin 22 puan gerisine düşüşten, 9 maçta 1 galibiyet alabilmekten, 20 maçta 33 puan kaybetmekten, 24 gol atıp 24 gol yemekten ve de geçen yılın 1 gol eksik averajla şampiyonluğu kaybeden kadronun ‘onca milyon avro verilip, onca oyuncu takviye edildikten’ sonra, bu duruma düşmesinden daha kötüsü” ne olabilir?..

Yeni hoca, “dibe vurmuş, dağılıp, bitmiş” ve Galatasaray camiasında büyük çoğunluğun “enkaz olduğuna itiraz edemeyeceği” bir takımın başına geçiyor… Dokuz maçta “Bu duruma düşmüş bir takımla üç galibiyet bile alsa, eskiye göre başarılı olmayacak mı?..”

Ben “çok daha iyi sonuçlar alacağına” inanıyorum.

İspanyol Domenec Torrent için benim koyduğum süreç; “Fatih Hoca’nın son dokuz maçı süreci”; yani dokuz hafta sonu…

Bu süreçte “futbol ve sonuç olarak ‘iyi’ denilecek bir tablo ortaya çıkarsa”, Burak Başkan’ın “Hoca seçimine” kimsenin söyleyeceği bir şey kalmayacak ve de Galatasaray UEFA Ligi maç serisine “moral ile” girecektir!..

Fotomaç’ta Serkan Korkmaz yazdı…
“Kimse bana ‘’proje’’ falan demesin. Yunus Akgün, Okan Kocuk yokken, Mustafa Kapı kaptırılmışken, Bartuğ sözleşme yapmaya yanaşmıyorken, ‘’gençleştirme’’ denilerek tam olarak ne kastediliyor hiç anlamadım!
Pek çok oyuncusundan mahrum Beşiktaş’ın ‘doğaçlama’’ yaparak sahaya sürdüğü takım, Galatasaray’ın takımına göre daha iyi bir ‘proje’ sanki.
Yoklukta belirmiş bir hoca ve oyuncularla Galatasaray’ın aylardır sahneleyemediği ‘proje’ Beşiktaş’ta hayat buldu âdeta...

Hürriyet’te Tahir Kum yazdı…
“Fatih Terim’in ayrılığında sebep bulamayan ‘Bizimkiler’e!
… Gazeteci arkadaşımız, Burak Elmas’a soruyor: ‘Sayın Başkan nereden çıktı bu sürpriz ayrılık kararı? Sebebini söyleyebilir misiniz?’
Elmas, ‘Ben ve yönetim kurulu arkadaşlarımız öyle karar verdik’ diye geçiştiriyor ama ‘bizimkiler’ inatçı ve ısrarlı! ‘Peki sebep? Sebep ne Sayın Başkan?’ diye yineliyorlar sorularını...
Hangi birini söylesin, nasıl söylesin Sayın Başkan. Söyleyip de ‘Ağabeyim’ dediği Terim’i incitsin...”
Ve Sevgili Kum, “Galatasaray’ın göbeğinde olup da ‘nedense (!) görmeyen, duymayan, konuşmayan, yazmayan meslektaşlarımızın ‘haber cehaletini’ kapatacak” şekilde, “Burak Elmas hangi birini söylesin” dediği sebepleri art arda sıralıyor.
Her Galatasaraylı, her Galatasaray’ı yazan ve konuşan yorumcu, gazeteci, Kum’un dünkü yazısını okumalı…
Yazı, “Hoca’nın transfer taleplerinden, istediği ‘kabul edilemez’ tavizlerden, soyunma odalarında, stat koridorlarındaki olaylardan, dahası Florya’daki bazı olay ve gelişmelerden, mahrem konuların dışarıya sızmasından, bu konularda bir dosya hazırlandığından” söz ederek, “şöyle” noktalanıyor:
“… Her neyse... Ben size bugünlük bir türlü sebebini bulamadığınız (!) bu ayrılıkla ilgili yer, zaman ve başlık vermiş olayım. Dahası bizden veya birilerinden yakın zamanda gelir. Bekleyin. Unutmayın, gerçekler bir gün ortaya çıkar…”

Rekor peşindeki şampiyona bakın!..
Nedense, tenisin 1 numarası Djokovic’e bir türlü sempati duyamadım. Tıpkı Snooker’da Selby’ye, Trump’a, bisiklette Contador’a duyamadığım gibi..
Evet “nedense”; davranışları, vücut dilleri, konuşmaları, yarışmalarındaki bazı tavırları bana antipatik geliyordu da ondan galiba…
“21. şampiyonluğuna ulaşıp ‘en fazla grand slam turnuvası kazanan erkek tenisçi’ rekorunu kırma” peşinde koşan Djokovic’in Avusturalya Açık Turnuvası’na katılmak için yaptıkları “bir dizi film” hâline geldi. Yasağı delerek “aşılanmadan” Avusturalya’ya girişi ve gözetim altına alınışı ile başlayan olaylar, 1 Numara’nın nasıl “yalan beyanlar peşinde koştuğunu” ortaya koydu. Birbiri ile çelişen Mahkeme / Hükümet / Eyalet Valiliği kararları ile ortaya tam bir kaos çıktı.
“Sporu kirleten” yalan beyanları ile ortada kalan Djokovic’e “sempati duymamamın ne kadar haklı olduğu” da ortaya çıktı.
Turnuvaya katılsa, kazansa ve “rekoru kırsa” ne olur; bunca yalan, dolanla?..

Şaka!..
Yılmaz Vural, TV ekranlarında “teknik direktör arayan” Fenerbahçe Başkanı’na “Ben varım, beni duy” derken, Ben, “Sevgili Vural senin şansın sıfır… Ali Koç medyada, kamuoyunda kendisinin önüne geçecek teknik adam / yönetici istemez” diye yazmış ve de “Keşke yanılsam” diye de eklemiştim.
Keşke yanılsaydım!..

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.